Ben de oradaydım!
Cengiz Semercioğlu, geçen hafta Okan Bayülgen'in Bebek Lucca'da yaşadığı olayın ardından bir 'oradaydım' yazısı patlatmıştı. Şimdi benim de hayatıma, o konu ile ilgili bir 'oradaydım, olay sonrası yaşananları bildiriyorum' yazısı girdi. (Yazının bu bölümünü mağdur olmuş, iftiraya uğramış, gözyaşları içinde, elinde bebeği, olayları mahalle komiserine anlatan -büyük bir ihtimalle Nubar Terziyan- Hülya Koçyiğit dublaj sesi ile okumanızı tavsiye ederim...) Soğuk bir perşembe akşamıydı. Gazeteden saat 24:00 sularında çıkmıştım. Görüş açık, rüzgar karayelden esmekteydi. Otomobilime binerken, hiç anlamadığım bir sebeple içim kıpır ve hatta fıkır fıkır oldu. Eve gidip makus talihime yenilip, kendimi yalnız bir uykunun kollarına atmak istemiyordum. Kendimi, Bebek sahilinde son ses 'Dertler derya olmuş, ben de bir sandal' isimli eseri dinlerken buldum. Maaşımı yeni almış olmanın verdiği tatlı bir tokluk ve hatta bolluk duygusu hakimdi cüzdanımın koordinatlarında... Bu cesaretle "Allah'ım, neden Lucca'ya gidip 10 YTL'lik çilekli smoothie'lerden içmiyorum? Hem bu kez, bir smoothie'yi iki saat 45 dakikada içerek yine bana ait olan 'dünya pahalı mekanlarda tek bir içki ile sürekli bir şeyler içiyor izlenimi verme rekoru'nu da belki egale ederim diye düşündüm.
OKAN'IN GÖZÜNE ÇARPTIM Lucca'ya yaklaştığımda, ne olur ne olmaz diyerek otomobilimi bedava bir yol kenarına park ettim. Sonra da yandaki hala açık olan manava "Ağbi bu saatte çekmezler değil mi?" diye sorup "Yok abla biz buradayız merak etme" cevabı ile huzur buldum. Lucca'ya oturup, smoothie'mi (çilekli kalmamıştı, muzlu elmalı içtim ama o da çok güzeldi) yudumlayıp bir yandan da neden sanki maaş ayda bir kez veriliyor diye sormadan edemedim. İşte tam o sırada yan masada oturmakta olan Okan Bayülgen gözüme çarptı. Ben de onun gözüne çarptım (Zaten benim bir insanın gözüne çarpmam için çaba sarf etmem gerekmiyor bkz. koca memeli x-large kadınlar...)
15 MAGAZİNCİ KATILDI Sonra mekanda esen dostluk rüzgarları sonucu herkes bir masada toplandı. Bu hikayeyi "Okan beni aradı. Rush! Biz Lucca'ya akıyoruz hadi ama hadi ama..." diye anlatmayı çok isterdi deli gönlüm. Ama kısmet değilmiş... Geyik çok sağlam, eğlence katsayısı yüksekti. Sonra oradan geçen bir magazinci arkadaş yanımıza uğradı. Sonra bir anda mekandaki 'magazinci arkadaş' popülasyonu katlanarak arttı. Yaklaşık 15 gazeteci arkadaş ve biz Lucca'da oturup olayları tartışmaya başladık. Ben 'kalabalık geldiler, kesin Okan'ı dövecekler' diye düşünüp, olası bir kavga anında olay yerinden sekerek uzaklaşmak için kendime bir kaçış noktası belirledim. Ama muhabbet hiç de 'üzerlerine otomobil sürülerek öldürülmek istenen insanların, katil zanlısı ile görüşmesi'ne benzemiyordu. Sonra kalkıp olay yeri tatbikatı yapıldı. Sanki Okan Bayülgen'in üzerinde bir çelik yelek ve kask vardı. Kameralar eşliğinde kurşunu nereden boşalttığını anlatıyordu. İşin tuhafı magazinci çocuklar da çok eğleniyor görünüyorlardı.
KELLESÜNÜ İSTERÜK Sonra Lucca'da sabah saat 03.00 sularına kadar süren, dünyanın en tuhaf basın toplantısı yapıldı. Magazinci çocuklar, televizyonlardaki olayları ve altyazıları görüp, gaza gelen bazı köşe yazarlarının aksine "Kellesünü isterük" naraları atmıyorlardı. Okan da gayet efendi bir şekilde sohbet ediyordu çocuklarla. Bu av ve avcının sürekli değiştiği bir ilişkinin belgeseli gibiydi. Sessizce izledim. Çünkü sanırım hayatım boyunca böyle bir şeye bir daha tanık olma şansım yok. Hatta Japon turistler gibi cep telefonumla fotoğraf bile çektim. Olay yerinden ayrıldığımızda saat 05.00'dı. Peki Okan Deniz Akkaya ile çıkıyor mu? Hay Allah be, kendimi smoothie'ye öyle kaptırmışım ki, sormayı unuttum:))
|