Hayali şeyler
Hayal kırıklıkları peşimizi bırakmaz, değil mi? İlk büyük kırıklığım, ilkokula adım atmadan babamın ölmesiydi. Çok çocuk hayalim onunlaydı. O günlerde ikincisi geldi. Bağlarbaşı'ndaki mahallemizde, ev sahibimiz, bakkalımız gibi "mahallenin temel taşları" arasındaki kimi komşumuzun, Rum ve Ermenilerin, o karambolde Musevilerin "toptan hain" olduğu kafamıza çakılıverdi! Çocuk kalplerimiz milli gururla oturduğu sofrada etnik-dini nefretin toptancılığını tadarak kalktı; ve tadı, ortalama insanın ağız tadına uygundu. Onların memleketinde de öyleydi herhal. Derken, bir başka hayal kırıklığı. "Türk'ün ne kuvvetli, yetenekli" olduğunu bellemiştik... Tarih bir yana, "Cihan pehlivanı serbestçiler" ortadaydı. Atletizmde, canımın için futbol... Sorma. Ata sporunda en büyüktük ya. "Binicilik, atıcılık" başarısızlığı ise muammaydı! Bir gün "yabancı bir sirk"e gittim. Allah'ım ne cambazlık, ne marifet, ne cesaret! Bir yerlerde "yerli malı bir sirk" olmalıydı. Yokmuş. Yoktu. Hiç olmadı. Çocuk aklım almıyordu; güçlü, yetenekli olan "biz", sirk kuramıyor, iki panayır cambazı dışında, ipte türlü hüner sergileyen, havada uçuşan insanlar yetiştiremiyorduk. Elbette, hem bu topraklar, hem gelip yerleşen "biz", tek tip zannedilen kültürel çeşitliliğim nice zenginlik taşıyordu; ama kimi sorun vardı.
Hayat hem hayallerle, hem de her birine yapışan, hatta hayalsiz dahi sökün eden kırıklıklarla akıyordu. Tabii, gerçekleşen hayal ile "çok şükür" mutluluk da vardı. Ciddi bir çocuk kırıklığını da, büyürken büyüye büyüye, yine kimi "Bize has şeyler" oluşturdu. İlköğretim kitabında hala öyle yazıyor. Belki tamamen kötü değil. İnanç, gurur, güven kaynağı olsun isteniyor ama... Aslında "ırk" olarak tarif edilen "Millet" ile "millet"e bazen çok mesafeli, bazen temel özelliği diye anlatılan din... Açıkçası her ikisinin, hakim, çoğunluk biçimleri... "İnsanımızdaki her türlü iyiliğin, yüceliğin, gururun, yardımseverliğin, mertliğin, hakkaniyetin, yurt ve insan aşkının, misafirperverliğin, küçüklere sevgi-büyüklere saygının, dürüstlüğün, çalışkanlığın" kesin "otomatik garantileri" olarak tarif ediliyordu. Doğdun, oldun yani. "Bize has nitelikler"den asla kötülük çıkmazdı. Çıkıyordu işte; neden, nasıl, niye böyleydi ama epey kötülük de çıkıyordu. Irk, milliyet ve din; elbet tüm kötülüklerin temel kaynağı olamazdı ama tüm iyiliklerin garantisi de değildi. "Karşıtları, rakipleri, ideolojiler" gibi.
Esaslı bir hayal kırıklığını da çok sevdiğim gazeteden "kovulunca" yaşadım. Kovulmak bir yana; vefasızlık, ama esas, kimilerinin hemen arazi olması. Büyük teselli: Hiç tanımadığınız, adı sadece okur olan çok kişi, bugün dahi yazılarda, yazışmalarda, seslerde süren dostluk koşturmuştu. Paylaştığımız "kovulma"yı da içeren içten "Meslek Yarası"nı Zeynep Oral yazdı; "kovulma"yı kitabın arka kapak yazısı bile yaparak "kovmuş medya grubu" yayınladı. İronik ama, yine de iyi! O günlerde dayanışma sunan, hiç görmediğim bir genci, Tolga'yı, çalıştığı ABD'den mektuplarıyla yine hiç görmeden tanıdım. Medya üstüne çok hayali vardı ve sadece yazıdan tanıdığı halde müthiş dostluk yolluyordu. İşsizdim, yersizdim, ortadaydım ya; ısrarla, "Umur Abi, İstanbul'da bir yerimiz var. Orada kendine ofis kur. İstediğini yap; yaz, çiz" diyordu. Gözlerim doldu, kalbim güldü; çok yazıştık, ama kendi yollarımıza gittik. Meğer tam o 2001 şubatında bir hayali kuluçkaya yatırmışlar. O "yer"den, bugün 550 bin üyeye ulaşan "internette alışveriş merkezi, gittigidiyor" doğmuş. Büyümüşler de, şimdi bu yazının başındaki çocuğun da hayaline karışan çok sayıda çizgi romanın orijinal kapak tasarımlarını kırık hayaller ülkesinin hiç bitmesin hayallerinin arttırmasına sunuyorlar. Düşündüm ki... "Kendimiz"e haksızlık yapmayayım; iyi hayaller kurabilir, iyi insanlar olabilir, dilediğimiz kültürel kaynaklardan besleyebilir, hep kırıklık da yaşamayabiliriz. Biraz daha, nasıl dersiniz, işte şey olmalı, şey yapmalı! O "şey" size kalmış.
|