| |
Yatağın altındaki timsah ya bir paranoya değilse?
Pazar günü Aysel ve Altan Öymen'in 50'nci evlilik yıldönümlerini kutladıkları yemekli davetteydik. Aysel Öymen maliye bürokrasisinde, Altan Öymen de basında, mesleklerine ve ülkelerine üst düzey hizmetler vermiş iki arkadaşımız. Yarım yüzyıllık hayat arkadaşlıklarını, sade çocukları ve torunları değil, onları seven arkadaşları da, aynı coşkuyla kutladık. Esma Sultan Yalısı'ndaki bu davette, masalarda evlilikten çok siyasetin konuşulduğuna dikkat ettim. Örneğin bizim masadaki çok deneyimli ve Ankara kökenli bir meslektaşım şöyle diyordu: - Siyasi ortam çok gergin. Başbakan Erdoğan çıkıp "Biz cumhurbaşkanını ulusal bir uzlaşmaya dayalı olarak belirleyeceğiz" açıklamasını yapmazsa, bu gerginlik tırmanır ve ne ekonomik ne de siyasi istikrar ayakta kalabilir. Ayrıca bu tür bir açıklama erken seçim beklentilerini de ortadan kaldırır. Değişik mesleklerden, farklı sosyal kesimlerden de bu "Gergin ortam"ın yoğun biçimde vurgulandığına her gün tanık oluyoruz. Ancak bu seslendirilen endişelerin, başta Başbakan Erdoğan olmak üzere, iktidar kadroları tarafından ciddiye alınmadığı kesindir. Çünkü geçmişte krizlerle noktalanan gerginlik dönemlerinde de, o dönemlerin iktidarları gerginliği vurgulayanları sadece "Siyasi muhalefet"in sözcüleri olarak görmeyi tercih etmişlerdir. Oysa Türkiye'de politika mesleğini seçenlerin, Ortadoğu coğrafyasında demokrasiyi sağlıklı yaşatmanın çok sık yapılması gereken "İnce ayar"lara bağlı olduğunu bilmeleri gerekiyor. Bir başka deyişle bu coğrafyada seçilip iktidar olmak, ne "Muktedir" olmaya, ne de "Siyasi meşruiyet"in kabul edilmesine yetiyor.
PARANOYA MI? "Halkın egemenliği" gibi klişelere takılmak yerine gerçekleri görmekte yarar var. Örneğin YÖK "Hayır" deyince, hükümet eğitim konusunda adım atabiliyor mu? Ya da Genelkurmay açıklama yapınca, yargı bile rotasını yeniden belirlemiyor mu? Bu siyasi coğrafyada birileri seçilmiş iktidarı tartışmaya başlayınca, toplumun değişik kesimleri de "Gerginlik var" diye konuşmaya başlıyor. Sonra bir anda iç ve dış tehditler somut biçimde gündeme geliyor. Eğer iktidar, bu coğrafyada mantar gibi türeyen "Destekçi çevre" ile kuşatılmış ve gerçek dünya ile bağlantıları kesilmişse, siyasi ortamı ve ekonomiyi etkileyen gerginliği, bir "Paranoya" biçiminde algılıyor. Gerginliğin hesabı, medyaya, çıkar çevrelerine falan fatura edilmek isteniyor. Bu hep böyle olmadı mı? Demek artık siyasi iktidarlar sadece "Seçilmiş" olmanın veya sadece "İcraat" yapmanın yetmediği bir ortamda, muktedir olmak için öncelikle "Gerçekleri görebilmek" gerektiğini kabullenmeliler. "Paranoya", olmayan bir tehlikeyi varmış gibi kabul edip endişelenmek anlamına geliyor. Deniz Ülke Arıboğan Akşam'daki yazısında paranoyayı şöyle anlatmıştı: - Emil Kraepelin tarafından tıp literatürüne takdim edilen bir hastalık tanısı olarak paranoya yüz elli yıllık bir geçmişe sahip olsa da, kelime kökleri antik dünyaya kadar uzanıyor. Eski Yunan'da Para, dış, öte; nous ise, zihin anlamını taşıyor. Zihnimiz olması gereken kalıpların dışına taştığında hayat bir cehenneme dönüşebiliyor. Uzaylılar, ecinniler, öcüler, düşmanlar etrafımızı sarıveriyor. Güvensizlik duygusu ile kıvranıp, bize yönelen tehlikelere karşı savaşıyor ve hayatın anlamını, hayatta kalabilme mücadelesi haline getiriyoruz.
TİMSAH VAKASI Ama bir de bunun tersi bir algılama durumu var. Yani bir tehlike var olduğu halde bunu yok sayabiliyorsunuz. "Umursamaz"lık denilebilir mi acaba buna? Bir ruh doktoruna giden adam "Yatağımın altındaki bir timsah beni yemek için bekliyor" diye derdini anlatmış. Aylar süren seanslar sonucu, doktor adamı böyle bir tehlikenin olmadığına inandırmış. Sonra adam muayenehaneye gelmemiş artık. Birkaç ay sonra doktor adamı merak edip, verdiği adrese gitmiş. Adamı sormuş. Ona "O adamı geçen ay yatağının altındaki timsah yedi" diye bilgi vermişler. Eğer bir ülkede başbakanlar "Benim bir idamlık bir de bayramlık giysim var" diye yine konuşmaya başlarsa, o ülkedeki yatakların altına bakmak, herhalde gereklidir. Ya da Arıboğan'ın listelediği gibi yapıp, paranoyalarımızla mı yaşayalım: - ...Her taşın altından bir düşman fışkırıyor. İstilacılar, vatanımıza göz dikenler, ekonomik kriz spekülatörleri, enerjimizin hırsızları, petrol denizinde yüzdüğümüz halde bize petrolü buldurmayanlar, borcular, toryumcular, Sorosçular, Danıştaycılar, çeteciler, El Kaideciler, Fethullahçılar, bölücüler, hortumcular, satılmış danışmanlar, komplocular, Susurlukçular, Ermeniciler, ABD'ciler, Siyonistler, komünistler, darbeciler, liberaller! Çıkın kardeşim hepiniz ortaya! Biz hepinizi sobeledik bir kere, saklanamazsınız diyorum. Bütün halkımız da zaten tehlikenin farkında!
|