|
|
Atıf ağabeyle artık konuşamamak...
Yine bir başka cenazede bir araya geldik. Bu kez daha çoktuk: Ben son yıllarda böylesine kalabalık bir cenaze gördüğümü hatırlamıyorum. Sayısız ünlü vardı, tüm medya oradaydı ve o ünlüleri görmek ya da çok tanınan ve sevilen bir sinemacıya son saygıda bulunmak için büyük bir halk kitlesi de oradaydı. Ama işte bu kadar. Sonuç hep aynı. Giden gitti, biz kaldık. Sevgili Atıf ağabeyi bir daha görmek, konuşmak, söyleşmek yok. Çok sık mı görüşürdük? Hayır. Ama çok uzun yıllardır görüşürdük. Ve istediğimiz zaman onun bir telefonluk mesafede olduğunu bilmek bir gönül rahatlığıydı. Törende ve cenazede, elbette sevgili Deniz Türkali'den sonra en perişan gözüken sanatçı olan Türkan Şoray da bana öyle demedi mi: "Artık onu arayıp konuşamayacağız. Düşünmesi bile zor," diye dert yanmadı mı? Aslında ölümünün birinci yıldönümünde Ömer Kavur'u anmaya hazırlanıyorduk. Anacağız da: Bu akşam 19.00'dan itibaren Beyoğlu Yeni Melek salonunda. Ama Atıf Yılmaz araya giriverdi. Eskiden bir film vardı, Nisan Ayları Öldürücüdür diye. Artık mayıslar daha mı öldürücü oldu, nedir? Elbette çok yerde onu anacağız. Sayısız filmi TV veya başka yerlerde oynadığında, rakı sofralarında, Çiçek Bar'a girdiğimizde... Arif'in Çiçek'inin kıdemli garsonu Sanlı anlatıyordu: "Hep tek rakı söyler, yanında sarı leblebi ister, birini söndürüp öbürünü yaktığı sigarayı kısacık bir ağızlıkla içer..." Ve her şeyle ilgilendiğini, hayattan hiç kopmadığını, ülkesinin gerçeklerinden hiç uzaklaşmadığını gösteren bir söyleşiye dalar, espri yapar, alay eder. En çok da kendisiyle... Ona göre hiçbir filmi çok iyi değildir, mükemmelliğe hiç yaklaşamamıştır, hâlâ öğrenen bir hayat ve sanat çömezidir... Ve de hep aşıktır. Kadınlara elbette, ama aslında her türlü güzelliğe. Ve güzelliğe aşık her insan gibi, hep güzellikler yarattı ve bize cömertçe sundu. Bazen düşünürüm: Onun asıl büyüklüğü alçakgönüllüğü olmasın? Herkesin yüksekten konuştuğu, kimsenin burnundan kıl aldırmadığı, hele hele sanatçı diye geçinenlerin neredeyse bir ordu oluşturduğu bir toplumda, onun 120'ye yakın filmden sonra hala bu kadar mütevazı kalabilmesi miydi, hayatımıza kattığı en önemli şey? Hastanede konuşurken birkaç resmini çekmiştim. Midesi yemek kabul etmiyordu, nefesi zorlaşmıştı, burnuna bağlı bir tüple yatıyordu. Ama yüzü hâlâ güleçti, ölümü aklına bile getirmiyordu. Bana üç ayrı projeden söz etti, birine haziranda başlamayı düşünüyordu. Sonra söz ünlü görüntü yönetmeni Çetin Tunca'dan açıldı: Gelecek yıl SİYAD olarak ona onur ödülü vermeyi tasarlıyorduk. Birden heyecanlandı ve bana Çetin'i övmeye başladı. Birlikte çalıştığı insanlara olan sevgisi, onun bir başka özelliğiydi. Onu çok arayacağız...
|