Dik kuyruk
Dışarıda Türkiye'yi konuştuktan sonra aslında iyimserliğiniz artıyor. Aynı zamanda kaygılarınız da. İyimserliğiniz, ne yaptığını bilen, toplumsal mutabakatını sağlamış bir Türkiye'nin istikrar-refah-güvenlik üçlüsüne kavuşabileceğini görmenizden. Dünya'nın bugünkü konjonktüründe Türkiye'nin çevresi hayli belalı. Ancak sanılanın aksine bu, Türkiye'nin istikrarının önemini arttırıyor. En azından Batı ittifakı açısından. Bu istikrarın ise demokratik rejim içinde, toplumsal fay hatlarını çatlatmadan gerçekleştirilmesi önemli. İstikrarı dünya sistemi açısından bu denli değerli bulunan bir ülke kendi iç sorunlarına da akıllıca yaklaşabilmeli diye düşünüyorsunuz.
Siyasiler kendine güvensiz Kaygılarınız, bu ülkede kendi çıkarlarını kollamak uğruna ülkeyi ateşe atacakların varlığını bilmenizden dolayı serpiliyor. Bir de iktidarı ve muhalefetiyle ülkenin siyasi kadrolarının bu işin üstesinden gelebileceklerine pek inanç besleyememenizden. Zira bu kadroların çoğunun reflekslerinin otoriter, kendilerine demokrat ve hukukun üstünlüğünü kulak ardı ettiklerini biliyorsunuz. Ama sorunların da onlarla aşılması şart. Danıştay'a yapılan aşağılık saldırı ve işlenen hunhar cinayetin vehametini abartmak mümkün değil. Bir rejim kriziyle yüz yüze olduğumuz da doğru. Ancak bu kriz Cumhuriyet'in laiklik ilkesinden çok, ve bir kez daha, demokratik hukuk devleti olma niteliğiyle ilgili bir kriz. Yaşı belli bir seviyeye gelmiş vatandaşlardan biraz tarih bilincine sahip olanlar bu nedenle en az üç kez gördükleri bir filmi yeniden görme kabusunu yaşıyorlar.
Korkuyu yenmek şart Ankara'da meydanlara dökülen, Anıtkabir'e giden kitlelerin büyük çoğunluğunun bunu belli bir hassasiyet ve korku nedeniyle yaptıklarına kuşku yok. Ancak işin içine şiddet bir kez girmeye başladığında, hükümetin uzun zamandır müsamaha gösterdiği linç psikolojisi yaygınlaştığında kabağın gene kendi başlarına patlayacağını anlamadıklarına da kuşku yok. Korkunun toplumu egemenliğine aldığı her dönem, bu ülkede yaşanacak belaların öncülüdür. Tam da bu nedenle ülkeyi sarsan saldırının ardından "bu topraklar üzerinde 16-35 yıldır ikamet eden, bu ülkenin hastanelerinde doğmuş, okullarında okumuş olan, herkes gibi Cem Yılmaz esprilerine gülen, Babam ve Oğlum filminde ağlayan, kimsenin üniformasını giymeyen, şiddetleuzaktan yakından bir alakası olmayanilerde çocuklarına iyi bir gelecek bırakma hayali kuran sıradanvatandaşlar"ın yayınladıkları sivillik ve demokrasi yanlısı "genç siviller" bildirisine sıkı sıkı tutunmak gerekir. Zira bu toplum kendi varoluş krizini bir kez daha askere yahut otoriter sivillere havale ederek aşmaya çalışacaksa geleceği üzerinde söz söyleme hakkı kalmayacaktır. Pek matah bir geleceği de olmayacaktır doğrusu. Önümüzdeki kritik sürede ise birinci derecedeki sorumluluk derin bir yönetim zaafı içindeki hükümete ve Başbakan'a aittir. Kendilerini cemaatçilikten kurtarmadıkları, hukukun üstünlüğünü namus bellemedikleri, başlarına gelen her şeyden sadece başkalarını sorumlu tutmayı sürdürdükleri taktirde altında kalacağımız enkazın sorumlusu onlar olacaktır.
|