| |
Ortadoğu'da siyaset için ustalık ve bilinç gerekir...
Bugün sıcak gündemimizi oluşturan ve üzerinde kavga düzeyine varan tartışmalar yaptığımız konulardan hangileri, tarihin taslağından alınıp yazılı ve kalıcı tarihe aktarılacak? Bu açıdan üç konunun, yazılı tarihimizde de yer bulduğunu söyleyebiliriz. 1920'lere baktığımız zaman, "Din-siyaset ilişkileri" nin, "Kürt sorunu" nun ve "Ekonomik kalkınmışlık özlemi" nin, o dönemde de sıcak gündemi oluşturduğunu görebiliriz. Bu üç konu, hala çözüm bekler biçimde 21'inci yüzyıla aktarıldığına ve kriz ateşleyici nitelik taşıyabildiğine göre, demek bugünün sıcak gündeminden de yazılı tarihe bunlar aktarılacaktır. Bu noktada bir başka mesele daha var. Demek ki "Rejim" bu üç temel konuya yüzyıla yakın bir sürede çözüm üretememiş ve bunlar bugüne "Sorun" olarak aktarılmış... 1946'dan başlayarak da "Cumhuriyet rejimi" ne çok partili demokrasiyi ekledik. O günden bugüne aktarılan ve bugün de sıcak gündemi oluşturan çözümsüz sorun ise, iktidar olanların nasıl iktidardan gideceklerinin yöntemindeki anlaşmazlıklardır. Derin millet de, derin devlet de, "Seçimi kazanan iktidar olur" anlayışında birleşiyor. Ancak iktidara gelenler, onlarla aynı çizgide olmayanlar tarafından hemen ya "Kokuşmuş", ya "Şeriatçı", ya "Beceriksiz" ya "Dar kadrocu" veya "Rejim düşmanı" ilan ediliyor. Bu şekilde seçimle gelenin iktidarı kolayca gayri meşru ilan edilebiliyor.
HEP AYNI DÖNGÜ Bugün AK Parti iktidarının da konu edildiği bu tür iddialar, geçmişte de her seçilmiş iktidar için seslendirildi. İktidar olamayan sivillerin seslendirdiği bu iddialar sonucu, dört kez seçilmişler askeri müdahalelerle devrildi. Eğer işin özüne bakarsanız çok partili demokrasimizi kesintilere uğratan krizlerin kökünde de, 1920'lerden bugüne çözümsüz aktarılan üç sorunun bulunduğunu görürüz. Bugün AK Parti'nin "Gizli gündemi" nden söz edilerek "Bunlar aslında şeriatçı" deniliyorsa, sanki geçmişte Menderes, Demirel ve Özal da "Dincilik" le veya "Gericilik" le suçlanmadı mı? Veya eğer 1960'ın 27 Mayıs darbesi öncesinde 1958 Ağustos kararları, 1971'in 12 Mart'ının öncesinde 1969 ekonomik kararları ve 1980'in 12 Eylül'ü öncesinde 24 Ocak kararları varsa, askeri müdahalelerle ekonomik krizler arasında bir inter-aksiyon aranmalı değil midir? 1994'ün Şubat Krizi olmasaydı, Çiller'in DYP'si 1997'nin 28 Şubat'ına öyle yıpranmış mı girerdi? 1999 seçimlerinde birinci parti olan Ecevit'in DSP'si, 2001'de patlayan ekonomik kriz olmasaydı, 2002 seçimlerinde yüzde 2 alıp, barajın altına düşer miydi? Düşünün ki Ecevit 1974'te "Kıbrıs Fatihi", 1999'da "Öcalan'ı yakalayan adam" dı. İsmet İnönü de "Kurtuluş Savaşı Kahramanı" ve Atatürk'ten sonraki "2'nci Adam" dı. Demek ki seçmen katında bunlar oyları değiştirecek nitelikler değil. Ama tüm dünyada böyle bu. 2'nci Dünya Savaşı'nın kazanıldığı yıl, İngilizler sandıkta Churchill'i yenmediler mi sanki? Peki bütün bu genellemelerden ne çıkar?
BURASI ORTADOĞU Demokratik siyaseti bu kısır döngüden çıkartmak ve 2000'li yıllarda da 1920'lerin sorunlarını tepişme konusu yapmaktan kurtulmak için, iktidara dönük demokratik rekabeti, çözüm üreten bir "Hizmet yarışı" na dönüştürmenin yollarını bulmalıyız. Dine veya laikliğe bakış açınız ne olursa olsun, iktidarınızda halkı refaha, istikrara, özgürlüğe ve mutluluğa taşıyamadığınız takdirde, şu ya da bu şekilde iktidardan gidiyorsunuz. Artık çok bilinen bir gerçek var. Para kazanmaktan daha zor olan o parayı nasıl harcayacağını bilmek ve o parayı sonuna kadar elinde tutabilmektir. Bunun gibi herkes iktidar olabilir. Zor olan iktidarı koruyabilmek ve iktidardan geldiğin gibi zarif biçimde gidebilmektir. Buna "Kubbede hoş seda bırakmak" da diyebiliriz. Bu hoş seda ise, kavgalarla, polemiklerle değil, yapılan hizmetlerle, üretilen çözümlerle, yaratılan uzlaşmalarla sağlanıyor. Özetle Başbakan Erdoğan, açtığı davalarla, kendisine yönelik suçlamalara daha sert ifadelerle cevap vermesi ile ve kendisinin de katkıda bulunduğu sertliklerle değil, hizmetleri, uzlaşmacılığı ve iktidarın geçici olduğu bilincinin kendisinde varlığını hep kanıtlaması ile kimliğini oluşturmalıdır. Çünkü AB üye adayı olsak da, bu coğrafyanın adı Ortadoğu'dur. Burada sertlik, sertliği körükler. Burada kazanmaktan daha önemli olan ayakta kalabilmektir. Ve üstelik bu coğrafyada siz içeride birbirinizle kavga ederken, "Dış konjonktür" siz farkında olmadan sizin kaderinizi de belirler.
|