Sular duruldu mu?
Son günlerdeki gelişmelere bakınca insan, tarihin bizim bölgemizdeki yürüyüşünde adımlarını hızlandırdığı izlenimine kapılıyor. ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney'in Rusya'ya çıkışının ardından Washington ile Moskova arasında esen dondurucu rüzgarlar bile bu duyguyu uyandırmaya yeterli. Cheney, Güney Osetya, Abhazya ve Transnitri'deki Rus birliklerini ima ederek, "Komşularının toprak bütünlüğünü dinamitleyen eylemleri kimse haklı gösteremez" dedi. Rusya'nın cevabı Dişişleri Bakanı Sergey Lavrov'la geldi: "1990'ların başında bu ülkelerin toprak bütünlüklerini korumak için Rus askerleri canlarını verdiler." Cheney "Rusya'nın petrol ve doğal gazı şantaj silahı olarak kullanmasının kabul edilemeyeceğini" söyledi. Lavrov bunu "Son 40 yılda ülkemiz hiçbir petrol ve doğal gaz sözleşmesini ihlal etmedi" diye yanıtladı. Böyle uzayıp giden atışmanın satır aralarında ABD'nin küresel egemenlik stratejisinin en önemli ayağı haline gelen Karadeniz, Kafkaslar, Hazar Denizi ve Orta Asya'da Rusya'yla giriştiği bilek güreşinin ipuçları gizli. Rusya Başkanı Putin, dünya sahnesine süper güç olarak dönmek için yeni bir doktrin geliştirdi: Petrol ve doğalgazı silah" olarak kullanmak. ABD ise politikalarını Putin'in silahının gücünü azaltma üstüne kurdu. Bu amaçla üç hedef belirledi: 1- Rusya'yı çevreleyen eski Doğu ülkelerine yerleşmek. 2- Batı'nın Rusya'ya enerji bağımlılığını azaltmak için Kafkas ve Orta Asya kaynaklarını Avrupa'ya ulaştırmak. 3- Rusya'nın enerji yollarını denetlemek.
Karadeniz candamarı oldu İlk hedefe büyük ölçüde ulaştı: Ukrayna ve Gürcistan "Kadife Devrimler"le ABD safına geçtiler. Şimdi hem Bağımsız Devletler Topluluğu'ndan ayrılmaya, hem de NATO'ya girmeye hazırlanıyorlar. Romanya ve Bulgaristan topraklarında ABD'ye üs verdiler. İkinci hedefte de epey mesafe alındı: Bakü-Tiflis-Ceyhan hattından bir aya kadar Batı'ya petrol sevkiyatı başlıyor. Kazak petrol ve doğalgazını Türkiye üstünden Avrupa'ya taşıma projesi de ilerliyor. Üçüncü hedef, Rusya'nın enerji yollarının denetimi ise Karadeniz'in kontrolundan geçiyor. ABD bu amaçla Türkiye'ye Akdeniz'deki NATO gücünün görev alanının Karadeniz'i de kapsayacak şekilde genişletilmesini önerdi. Talebini günümüzün en geçerli gerekçesine dayandırmayı ihmal etmedi: Silah, insan ve uyuşturucu kaçakçılığı yapan, terör örgütlerine silah taşıyan gemilerin denetimi. Türkiye, ABD'nin girişimiyle Lozan Antlaşması ile birlikte bağımsızlığının en önemli, en kutsal güvencesi gördüğü Montrö Antlaşması'nın delineceği tedirginliğine kapıldı. Haklı olarak. Çünkü antlaşma bir kez delinirse, değiştirilmesi talebinin de gündeme gelmesi kaçınılmaz olacaktı. ABD'nin "Montrö'yü ihlal etmeyeceğiz" güvencesi bile kaygıları gidermedi. Ve iki müttefik arasındaki sessiz ama soğuk savaş, ABD'nin planından vazgeçmesiyle noktalandı. Bu geri adım, Karadeniz'de suların durulmasını sağlayacak mı? Sanmıyoruz. Çünkü ABD'nin Ankara Büyükelçisi Ross Wilson'un açıklamasını unutmadık: "Karadeniz hakkımızdır." ABD bakalım Avrasya enerji kaynakları ve koridorlarının kilit noktası olan Karadeniz'e girmek için nasıl bir sıkıştırma taktiği izleyecek, hangi baskı araçlarını devreye sokacak? Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani'nin "ABD Dışişleri Bakanı Rice ile Savunma Bakanı Rumsfeld bana 'Korkmayın, Türkiye'nin Irak'a girmesine engel olacağız' güvencesi verdiler" açıklaması bunun bir işareti olabilir mi?
|