Akgün Akova fotoğraf çekmese ne olur?
O, Ankara'da okuyordu, ben İstanbul'da... 1980'li yılların başıydı; iki genç şair adayı olarak edebiyat dergilerinin sayfaları paylaşıyorduk. Adına bir de 1986 yılında, Haliç'in kıyısındaki Personel Yedek Subay Okulu'nun yemekhane nöbet defterinde rastlamıştım!.. Karlı bir kış gecesinde 3-5 nöbetini tutuyordum. Oyalanmak için nöbet defterinin sayfalarını geriye doğru çeviriyordum ki, adına rastladım birden: "Akgün Akova"... Dergi sayfalarında yan yana şiirler yayınladığımız Akgün Akova da burada nöbet tutmuş, demek!.. El yazısını ve imzasını ilk kez görüyordum. Ertesi gün, dört ay önce yedek subay temel eğitimi aldığını ve Eskişehir'in Mihallıçcık İlçesi'nde görev yaptığını öğrenmiştim. O gün karar vermiştim; kura torbasından çekeceğim yere gider gitmez ona mektup yazacaktım. Hassa!.. Evet, Hatay'ın Suriye sınırında şirin bir ilçe Hassa çıkmıştı kura torbasından. Askerlik şubesi başkanlığının koltuğuna oturur oturmaz mektup yazdım. Çok geçmeden gelen mektubunun ilk tümcesi şöyleydi: "Senin orada ne işin var?.. Ben seni kız sanıyordum!.." Böyle kuruldu Akgün Akova'yla yıllar geçtikçe güçlenen dostluk köprümüz. İkimiz de edebiyata, hayata, yıldızlara, çocuklara aynı gözlerle bakıyor, kuşağımızın birbirini çekemeyen şairlerinin kıskançlıklarına, küçük hesaplarına, ödül oburluklarına gülüyor, eğleniyorduk. Yüzlerce söyleşide yan yanaydık; ülkemizde ve yurtdışında pek çok edebiyat etkinliğine de birlikte katıldık... Kız Kulesi'ni Şiir Cumhuriyeti ilan ederken de, Oyuncak Müzesi'ne Amsterdam'daki bir antikacıdan oyuncak alırken de hep yanımdaydı Akgün... Sonra o fotoğraf sanatına el attı. Son yıllarda eskisi kadar sık görüşemez olduk. Ben de, yaptığım uçak yolculuklarında hasret gidermeye başlamıştım; Türk Hava Yolları'nın dergisi Skylife'ta birbirinden güzel yazıları ve fotoğrafları yayınlanıyordu Akgün'ün. Başımı dergiden kaldırıp bir an bulutlara baktığımda, ikimizin de ak düşen saçları geliyordu aklıma.
İP ATLAYAN GÜVERCİN Bir yazısında Midyat'ı anlatıyordu... Sokağın birinde karşılıklı ip çeviren iki kız çocuğu görür Akgün... İp atlayan da bir güvercindir!.. Yanlış okumadınız, iki kız çocuğu bir güvercine ip atlatmaktadır... Akgün, gördüğü manzara karşısında o kadar şaşırır ki, fotoğraf çekmek yerine yalnızca "Heyy, ne yapıyorsunuz?" diyebilir, şaşkınlıkla... Güvercin uçarak uzaklaşırken, çocuklardan biri karşılık verir: "O bizim arkadaşımız!"... Öteki çocuğun yanıtı da bir o kadar güzeldir. "Biz bişe yapmıyoz abi, kendi geliyo, atlıyo..." Gezi fotoğrafları çeken, yazılar yazan birbirinden başarılı insan var... Ama Akgün Akova'nın yeri apayrıdır. Bunu yazarken, öteki sanatçılara haksızlık yapmamak gerekir. Akgün'ü farklı kılan şair kimliğidir. O, bir şair gözüyle fotoğraf çekiyor ve yazının düzlüğünde de şiir atlarını ustalıkla koşturuyor. Gezi edebiyatında Akgün Akova ölçü dışı bırakılmalıdır. Çok iyi bir şair oluşu onu hileli kılmaktadır çünkü!.. Türk Hava Yolları'nın en yükseğe çıkan uçağı hangisidir bilemem ama THY, bugüne kadar çıkardığı yayınlar arasında en yüksek irtifalı uçuşunu yaptı; bu kitap Akgün Akova'nın fotoğraflarının ve yazılarının yer aldığı "Işığın Sevinci Türkiye" kitabıdır. Kitabın sayfalarında ancak bir şairin çekebileceği fotoğraflar ve yine ancak bir şairin yazabileceği yazılar büyük bir şölene çağırıyor okuru. Kitabın her sayfasında ülke sevgisi sanatın büyüsüyle sarıyor insanı. Bu kitabı okuyanların Türkiye'ye hayran kalmaması olası değildir. İşte bu yüzden, kitabın İngilizce baskıları mutlaka doğru insanlara ulaştırılmalıdır. Dünyada sanat, spor, politika alanında öne çıkan her insanın elinin bu kitaba değmesini sağlamalıyız. Aralarında eğer Türkiye hakkında olumsuz düşünce besleyen varsa Akgün'ün fotoğraflarına bakıp, yazılarını okuduğunda fikirlerini değiştirecekler, en azından birkaç adım geri atacaklardır. Bu harika kitapla kazanan ne THY ne de Akgün Akova'dır... Bir tek kazanan var bu kitapta; Türkiye!.. Bir örnek vermek istiyorum kitaptan... Fotoğraf anlatılmaz ama deneyelim yine de; Rumeli Hisarı'nı kar altında düşünün... Hisarın taşları pencerenin tülüne sarınmış bir kız çocuğunun sarı saçları gibi görünüyor... Ve tam önünden elma şekeri renginde kırmızı, kıpkırmızı bir gemi geçiyor!.. İşte böylesine şiirsel bir fotoğrafın yanında yer alan Rumeli Hisarı hakkındaki yazısını, şu benzetmeyle bitiriyor Akgün Akova: "Hep merak ederim, yanı başına köprü yapılırken ne düşündü! Köprüden geçenlerin ardından bir kova su dökmek için mi kulelerini bir kovaya benzetiyorum yoksa!?."
HİSSİ SENETLER Bir de, yazılarından bir başlangıç örneği verelim: "Şu anda neredesiniz bilmem ama siz bu satırları okurken Safranbolu'da rüzgar çıkmışsa, evlerin saçak köşelerine uğur getirsin diye asılan geyik boynuzları sallanır. Eski konakların merdiven üstlerinde cevizler, camların önünde biberler kurutulur. Yaşlı kadınlar, büyük kentlere çalışmak için giden çocukların resimlerini koydukları çerçevelerin camlarını silerler..." Akgün Akova fotoğraf çekmese, yazı yazmasa ne mi olur? Hissi senetler hisse senetleri karşısında hızla düşüşe geçer!..
|