Yarım insaniyet
Garip bir "insaniyet" türü çöktü üstümüze. Tabii eskiden de vardı, ama bu "postmodern"i olmalı. Çünkü, "modern" ilkelere, yani insanın hakkı, hukuku vesaireye başvurur görünürken, başvurusu çok ayrımcı esasında ve başkalarına kafa vuruyor. Çok kimlikçi, kesinlikle evrensellikle filan alakasız zaten ve onca ulusallık iddiasına rağmen ulusal bile değil; çünkü dışlamacı, zümreci, imtiyazcı, kayırmacı, çifte standartlı. İnsanoğlunun onca badireden damıtıp iyi kötü bugüne getirdiği ahlaki, vicdani ve hukuki ilkeleri cebine koyuyor, mülk ediniyor ve onları ötekilere asla layık görmemek üzere tüm şartlanmışlığıyla, kimileri için baş tacı ediyor. Sonra misal şöyle sesleniyor: "Şunun insan hakkı var da, bunun yok mu?" Yahu Allah seni kahretmesin e mi Neden olmasın!
İnsan olduğu, mağdur olduğu, haksızlık yapan olmadığı ve haksızlığa uğradığı sürece, ille kimlik sormalı, doğum yeri, din, milliyet hanesine mi kafayı takmalıyız? Mesleğine, görevine, kimin çocuğu, kimin babası, anası, hemşerisi olduğuna, neye inanıp inanmadığına mı bakmalıyız? Sorana bakılırsa, öyle bir soruyor ki, tabii ki bakmamalıyız, tabii ki eşitlikçi, adil olmalı, asla ayrım yapmamalı, aynı ilkelerle kimseyi unutmamalıyız. Lakin şekerim öyle değil ki... Aslında ayrımcılığa davet ediyor; aklınca oradan sıkıştırmak, sinsice sokuşturmak istiyor. Güdük bir "insaniyet kültürü" hindi gibi kabararak size kendinden menkul pilav üstü az insanlık dersi veriyor. İnanın bunun hangi cephe yahut zaviyeden yapıldığına dair bir ayrımım yok. Belki dilimiz sürçüyor, ayağımız sürtüyor, kafamız karışıyor, zaman zaman benzer ayarsızlık ve haksızlık çukuruna düşer gibi oluyoruz. Ama berikininki öyle değil. Onunki bir tercih. Onun bir yüzü sözde "insaniyet"; diğer yüzü kökten "nefret". "Yarım insaniyet" arasına pek karışım istemiyor. Milliyet, inanç, aidiyet, durum filan seçiyor. "İnsan hakkı" diye bir şeyden rahatsızlığını, onu kimilerine hak, kimilerine zul görürken ve bunlara yakıştırılmasından tiksinirken gösteriyor. Bir inançtan, bir kör inanca meydan okuyan felsefeden, bir felsefeye meydan okuyan eleştiriden, bağımsız düşünebilme, ezber bozma kültüründen uzaklık ile baskının, zulmün, yalanın, adaletsizliğin her türlüsüne, ama her türlüsüne karşı koyabilmekteki kifayetsizlik, onu kimi çöplükte nara atan yiğit yapıyor.
Bu felsefe ince ince, gazete köşelerinden, TV oturumlarından, kimi çok satan kitaptan, milliyetçiliğin, dindarlığın, cumhuriyetçiliğin, demokratlığın yahut muhalifliğin, hatta yardımseverliğin filan en hamasi damarlarından yayıldı, yayıldı. "Toplumsal damar sertliği"ni azdırdı. Vicdanları, kalpleri kurumuş da kudurmuş ve vicdan, kalp, insaniyet pazarında sidik yarıştırıyorlar. "İyilik" dersen; "Allah sadece bizimkilere versin." "Adalet" dersen; "Ah sadece biz mağduruz, bir bilsen". "Hak" dersen; "Haklısındır, bizdensen." Onun hakkı var da şunun yok mu; değil mi? Peki birader; hiç aynı soruyu kendine sordun mu? İkisinin de hakkı, ikisinin de mağduriyeti, ikisinin de mazlum olmuşluğu, ikisinin de kırılmışlığı, ikisinin de layık olduğu bir şeyler olamaz mı? Ve herhangi bir mensubiyet, herhangi birilerini ebediyen haklı, meşru, ne yapsa yakışır mı kılıyor? Bu ülke, etrafında bölünme yaşanan, gerilimden çıkılamayan soruna göre hep iki yandan böyle yarım insaniyet ve yarım hakkaniyetle yüklü "nefret-zihniyet" lerin çapraz, yaylım ateşi arasında kalıverdi. Halbuki, bunu aşan kültür bu topraklarda da vardı ve rüzgâr başka yerlerdekileri de buralara taşımıştı. Onlar, o insanlık kültürlerine diş biliyorlar; nefretleri var, korkuları belki ve hamasi, bayağı olana sarılmanın kolaylığı ile rantı var.
|