Pis rüzgar
Kötümserlik bulutları giderek ülkenin üzerine çökmeye başlıyor. Siyaset alanında sertleşme sürüyor. Cumhurbaşkanı ve ana muhalefetin birincil hedefi, bu gerginlik sayesinde iktidar partisini hata yapmaya zorlamak. İktidar partisinin bu dalgalı denizlerde maharetle tekneyi kullanacak soğukkanlı bir kaptanı olduğuna inanmak ise zorlaşıyor. En kötüsü iktidar partisinin üzerine gelen bu dalgayı ancak siyaset alanını açarak aşabileceğini idrak ettiğine dair ortada bir belirti yok. Buna da çok şaşırmamak gerekiyor. Türkiye'deki merkez sağ partilerin demokrasi bağlamında, pragmatizm kisvesi altındaki ilkesizlikleri sonunda kendi kuyularını da kazacak gelişmeleri tetikler. Bunun bir sebebi de bu geleneğin köklü bir özgürlükçü siyaset felsefesi üretmemiş olmasıdır.
Türkiye sistemik kriz yaşıyor Sağ gelenek özgürlükle bağlantılı kavramları derinlemesine tartışmamış, hukuk üstünlüğünü özümsememiştir. Bireyi merkeze alan bir düşünce yapısına ise zaten sahip olmadığı gibi, devlet konusunda da ikirciklidir. Son tahlilde devlete biat etmeyi seçer ve bu şekilde kendi siyasi varlık nedenini de ortadan kaldırır aslında. Sağı böyle olan memleket siyasetinin solu da çok farklı değildir. Sosyal demokrat olma iddiasındaki CHP'nin Baaslaşmayı bu denli kolay gerçekleştirebilmesi bunun kanıtlarından biridir. Halbuki iktidar partisi açısından işlerin bu raddeye gelmesi de gerekmiyordu. Bu partinin tarihi misyonu Türkiye'deki ideolojik çevrenin en uç öğelerinin de demokratik siyasete dahil edilmesiydi. Parti aynı zamanda 1980'de başlayan liberal ekonomi dalgasıyla palazlanan yeni ve taşra kökenli sermayenin de temsilcisiydi. Bu sermaye hem daha palazlanmak, hem yerleşik ekonomik ve siyasi iktidar dağılımından pay almak istiyordu. Görünen o ki bu istek hızla gerçekleşiyor da. Parti şu sırada kendi has yandaşlarını tatmin edememe sancısı yaşıyor. Üstelik kadrolarının bir kısmının ilkelliğinden kaynaklanan davranışları kontrol altında tutmuyor/tutamıyor. Tabanın ideolojik veya hayat tarzı bağlantılı taleplerini özgürleşme, bireysel haklar ve laik siyaset bağlamında tanımlayamıyor. Siyaset üretemiyor ve giderek demokratik üsluptan da, tavırdan da uzaklaşıyor. Bu yaşananların faturasını tümüyle iktidar partisine çıkarmak ise doğru değil. Express dergisinin Nisan/Mayıs sayısında Hasan Bülent Kahraman'ın yazdığı gibi aslında Türkiye sistemik bir kriz yaşıyor. Ülkedeki egemen ideolojinin karşılamakta güçlük çektiği üç meydan okuma, sistemi dara sokuyor.
Otoriter zihniyet Siyaseti sıkıştırıyor. Kürt meselesi, türban meselesi ve Ermeni meselesi karşısında yeni açılım üretilemiyor. İş kaba güce kalıyor. Yerleşik sistem bu meselelerden kendisine yönelen taleplere ve tezlere karşılık veremeyince ortaya bir boşluk çıkıyor. "Boşluğu siyasetin doldurması gerekiyor; onun bunu yapabildiği veya yapamadığı oranda devlet ve ordu bu eksiği kapama gayretine girişiyor." Kahraman'a göre kilitlenmenin sorumlusu korporatizmdir ve siyaset sahnesindeki aktörlerin hiçbiri bu hastalıktan azade değildir. Korporatist anlayış siyasetin ve bunun içinde yer alan aktörlerin içe kapalılığının ve "reel bir demokrasiye geçmemekte" direnilmesinin de sebebidir. Yaşanan, "katı, sert çekirdekli devlet bekası anlayışıyla ve devlet aklıyla, esnek ve çoğulcu bir siyasal demokrasi arasındaki çatışmadır...(ve) Türkiye bir kez daha siyasetin kapanışını yaşıyor." Özgürlükçü laikliği anlamayan iktidar partisi AB ipini bırakmanın bedelinin ne olduğunu bu otoriter zihniyete teslimiyeti nedeniyle de görecek gibidir.
|