| |
Derdimi özel deftere döktüm, asumana inledim
Anıtkabir "Özel Defterleri "nden sonra, Selanik'teki Atatürk'ün Evi'nde de "Özel Defter" bulunduğunu, Başbakan Erdoğan'ın bu deftere iliştirilen Atatürk'e hitaben yazılmış bir notu kopartması ile öğrendik. Yazıya başlamadan bu konudaki düşüncemizi söyleyelim hemen: -Başbakan Erdoğan'ın bu notu kopartıp, tepki göstermesi yanlıştır. Tıpkı kendisi hakkında yapılan karikatürlere dava açması, kendisine tepki gösterenlerin yargıya sevk edilmesi gibi yanlıştır bu davranış. Bu şekilde hem hoşgörü öğesi yok edilmekte, hem de öfkenin hedefi olan her karikatür, eleştiri ve tepki eylemi, bir anda kamuoyunun gündemine girmektedir. Özel Defterler'de "Atatürk'e arzuhal yazmak" meselesine gelince bu da artık "Başörtüsü" gibi toplumsal geleneklerimiz arasına girdi. Geçen yıllardan birinde bizim Kavacık'taki ilkokulda, minik öğrencilere "Atatürk'e mektup yazın" diye bir ödev verilmişti. Bu mektupları yazan miniklerden bazıları, bunları zarflara koymuşlar ve pul da yapıştırmışlardı. Bir zarfın üzerinde adres olarak, "Sayın Mustafa Kemal Atatürk-Anıtkabir-Ankara" yazılıydı.
ŞİKAYET MEKTUPLARI Anıt kabir Özel Defteri'ne yazılanları, Ali Poyrazoğlu tiyatrolaştırdı. Örneğin bunların arasında bir mankenlik ajansı sahibinin "Atam... Mankenlerimiz açtığın yolda ilerliyorlar. Sen ölmedin aramıza dağıldın" şeklindeki yazısı da vardı. Cavit Kavak anlatmıştı1960'ların solcu gençlik örgütü Fikir Kulüpleri Federasyonu, o zaman iktidardaki Demirel'in Adalet Partisi'ni ve Amerikan yanlısı politikaları protesto etmek için Samsun'dan başlattığı "Atatürk'e Şikayet" yürüyüşünü, 19 Mayıs'ta Anıtkabir'de bitirir. FKF Başkanı Özel Defter'e yazarken, Toplum Polisi de yürüyüşe katılanları gözaltına almak için harekete geçer. Gençler direnince coplar çalışmaya başlar. FKF Başkanı da bu arada can havliyle deftere "Atam, senin polisin bizi dövüyor" diye yazmaya çalışır. Başbakan Erdoğan'ın kızıp koparttığı ve AK Parti'yi ağır dille eleştirip Atatürk'e şikayet eden Selanik'teki notun içeriğini, Hürriyet'te Emin Çölaşan'ın köşesinden okuduk. Bu notu yazan kişinin, Atatürk'e bakış açısını şu başlangıç satırlarından anlayabiliyoruz: -19 Mayıs 1881 Pazar günü Selanik'te o zamanki ismiyle Koca Kasımpaşa Islahhane Caddesi üzerinde evde Tanrı'nın bir hediyesi olarak mübarek vücudun dünyaya bir güneş gibi arzı endam ettiğinde, yeryüzü nurlara gark oldu, yeniden hayat buldu, insanlar ısınıp kendilerine geldiler. Aynı güneş 38 yıl sonra yine bir 19 Mayıs 1919 Pazartesi günü Samsun'da doğup ışınlarını bütün Türkiye'ye yaydı. Atam, o mübarek varlık, Tanrı tarafından gönderilmiş olan sendin. "Kutlu Doğum Haftası" dolayısıyla aynı tür ifadelerin peygamberimiz Hz. Muhammet için de defalarca seslendirildiğini hatırlıyoruz. Demek ki, "Atatürk sevgisi" de, bizim insanlarımızın bir bölümünde bir "İnanç" olarak yerleşmiş durumda.
SANAL REFERANDUM Bu durumda akılcı olan, siyasette Hz. Muhammet ile Atatürk'ü sürekli karşı karşıya getirip, bir sanal referanduma sokmamaktır. Çünkü Atatürk bizim çağdaşlığı, modernleşmeyi simgeleyen ulusal değerimiz, İslam ise evrensel bir inanç. Dini, modernleşmenin ve çağdaşlığın antitezi gibi göstermek de, modernleşme ve çağdaşlığı dinin karşıtı gibi sunmak da sadece kriz yaratır. Demokrasi sürekli bir "Rejim Kavgası"na konu olur. Atatürk'e yazılan arzuhallerin etkisine gelince... Atatürk'ün hayata göz yumduğu 1938'den beri Türkiye'de de dünyada da o kadar çok şey değişti ki. Bu konuya bir kez daha değindiğimizde şu soruları seslendirmiştik: Atatürk NATO'ya girer miydi?/ Atatürk paradan altı sıfırın atılmasına ne derdi?/ Atatürk IMF ile stand-by yapar mıydı?/ Atatürk Özal'ı mı, Demirel'i mi tutardı?/ Atatürk Kenan Evren'i mi, Ahmet Necdet Sezer'i mi kendisine daha yakın bulurdu?/ Atatürk, Anıt Kabir Defteri'ne yazılanları okusaydı şaşırır mıydı?/ Atatürk 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat askeri müdahalelerinden hangisinin kendisine daha çok hitap ettiğini düşünürdü? Bir fıkra vardır. Bir mezarlık ziyaretinde, Japon ziyaretçi babasının kabrine bir kase pirinç, Hıristiyan da bir demet gül bırakır. Sonra Hıristiyan ziyaretçi Japon'a dönüp, "Senin baban acaba bu pirinçleri ne zaman yiyecek" diyerek takılır. Japon gülerek cevap verir: -Senin baban bıraktığın gülleri koklarken, benim babam da pirinçleri yer.
|