Haklı dava
Türkiye'nin; düşünce, ifade, eleştiri ve tartışma adına bugüne kadarki en haklı davalarından oldu. "Ermeni soykırımı yoktur; olmamıştır" diyene, diyecek olana mahkumiyet yolu açan, açmayı tasarlayan devletler, son olarak Fransa, bizzat kendilerini kendileri haline getiren "temel değerler" e ihanet halinde. Bu değerlerin içinde elbette, insanın dini, dili, ırkı, rengi, sınıfı, kültürü, geleneği yüzünden aşağılanmaması, etnik temizliğe, soykırıma maruz kalmaması da temeldir... Ama, farklı yorum, değerlendirme, ifade, eleştiri, tartışma da esastır. İhanet, işte buna. Bu yüzden düşünce, ifade, eleştiri hak ve özgürlüğü adına da "haklı dava". "Haklı dava" nın etrafındaki diğer haklılık ve haksızlıklar ise, çok tartışmalı. Osmanlı'nın son demleri ile onun külleri üstünde ve ona rağmen, hatta ona da karşı, yetmedi, bir de Osmanlı paşası İttihatçılar'a rağmen ve onlara karşı (tabii onların içinden gelme isimlerle de) kurulduğu iddiasındaki Cumhuriyet arifesindeki dönemde "olup bitenler", görüldüğü gibi bitmiyor. Cumhuriyet, o günkü tüm gençliği ve toyluğuyla, tüm endişesi ve acelesiyle, neyi miras alıp almayacağı konusunda bugüne kadar ciddi bir kararsızlık bıraktı belki de. Adından öte, her ülkede, devlette ve toplumda, geçmişinden gurur ve onur da mirastır kuşkusuz ve bazen utanç da düşer. Fransa'ya, Almanya'ya, ABD'ye de olduğu gibi. "Haklı dava", utançlardan hiç pay almak istemememiz, hepten inkarımız değil. Cumhuriyet'in, bir sürü mirası reddederken, bir insanlık trajedisine neden gizli gizli suç ortaklığını kabulde diretmesi de değil. "Haklı dava", tüm insanlık ayıplarının birdenbire bu 80 yıllık Cumhuriyet'in ve bugünün günahsızlarının boynuna asılmak, onlara boyunduruk haline getirilmek, tasmalaştırılmak istenmesi. "Haklı dava", meselenin tümden inkarı, hiçbir şey olmamış farz edilmesinden öte, "soykırım" değil, bir "trajedi" hüviyetinde tartışılmasının dahi yasaklanması ve bunun "ifade özgürlüğü esastır" denen demokrasilerin pişkinliği haline gelmesi. Bakın bu davada sesimiz, yakınmadan öte, daha gür çıkabilir! Lakin şu da var: Büyük Devrim'in ülkesi Fransa nasıl samimiyetsiz, içten pazarlıklı olabiliyorsa, büyük tarihi iddiası ifade özgürlüğüne nasıl uyuz kimi politikacılar marifetiyle ihanet edebiliyorsa... Biz bir de dönüp kendimize bakacağız. Tamam; "Biz" diye genellemeyelim. Ben de bakacağım; "siz" de ama, tarihçilerden filan önce, asıl siyaset ve devlet de bakacak. Abdullah Gül, "Ne yani, soykırım yoktur dersek beni, Cumhurbaşkanımızı da hapse mi atacaksınız" diye haklılıkla sorduktan hemen sonra dönüp kendisine, hükümetine, ceza ve terörle mücadele kanunlarına bakacak. Bakacak ki, biz birisini sözünden, farklı fikrinden, salt ifade edilmiş düşüncesinden, aykırılığından, muğlak hakaret suçlarından, manevi şahsiyet duvarından ötürü hapse filan atıyor muyuz, atmıyor muyuz, atacak mıyız, atmayacak mıyız, girecek miyiz, girmeyecek miyiz? Bakacak ve ondan sonra, o lafı eder etmez buraya dönecek, "Haklı soru ve haklı dava" yı hakikaten haklı bulacak... yahut bulmayacak. Yoksa, Fransa kendi tarihi, vicdani, insani dokusuna ihanetle, derin bir ikiyüzlülükle bu kanunu tasarılaştırıyor elbette. Ve elbette, bizim sözümüz, yüzümüz, mirasımız hakikaten nedir, başkasına haklı olarak tepki koyarken, bir ayağımız nerede, bir kolumuz nerededir; bir bakacağız. Bakamıyorsan, tahammül edemiyorsan, düşünemiyorsan, elaleme de dediğinle kalıyorsun. Belki ihale mihale alamam diye korkup cayıyor ama; hep birlikte "yalan, alçak, sahte, ikiyüzlü, oportünist, utanmaz" bir dünyayı döndürüp duruyorsunuz işte.
|