Gençken ilkbaharda, yaşlıyken sonbaharda...
Güneşli cıvıl cıvıl bir İstanbul günüydü... Nisanın insanı ısıtan güneşi, yaşama yeniden merhaba dedirtiyordu... Öyle bir anda sormuştum soruyu bir kız arkadaşıma: "Ne zaman daha kolay aşık olursun?.. İlkbaharda mı yoksa sonbaharda mı?.." Öylesine sorulmuş öyle bir soruydu işte: Öyle iddialı bir yanıt verdi ki, herkes üzerinde düşünmeliydi: "Yaşla ilgilidir hangi mevsim aşık olacağın..." dedi; "Gençsen ilkbaharda aşık olursun... Yaşlıysan sonbaharda..."
Elbette, aşık olacağın insanı hangi mevsimde bulursan o mevsimde aşık olacaktın... Elbette "Hadi ilkbahar geldi şimdi aşık olayım" demeyecektin... Elbette, "Yaşımı başımı aldım... Sonbahar da gelmekte... Yapraklar dökülmekte... Bizim yapraklar dökülmeden yaşayalım bir aşk" diye konuşmayacaktın... Elbette, ne aşkın yaşı başı, ne de bir kez çıkageldi mi zamanı vardı... Ama bir de bunların ötesinde bir gerçek vardı... Aşk şarkılarının çoğu yaz aşklarını anlatırken, ayrılık ve hüzün hep eylül ayına denk düşerdi... Esasen eylül hüzünlü ve romantik bir aydı. Ama bu romantizm, aşkın romantizminden çok ayrılığın romantizmiydi... Kavuşmaktan çok kavuşamamanın romantizmiydi... Mutlu bir romantizmden çok melankolik bir romantizmdi... Eylülde aşık olunur muydu bilinmez, ama eylülde ayrılığın ya da kavuşamamanın mazoşist hüznü çekilirdi bu kesindi...
Çevreye baktım... Çoğu ilkbaharda aşık olurum diyordu... Neden diye sorduğumda, "Hayat yeniden doğuyor... Her şey cıvıl cıvıl... Tabiat uyanıyor... Benim de içim uyanıyor..." yollu yanıtlar veriyorlardı... Arkadaşım, "Bu bir yaş meselesi..." diyordu, "Gençler ilkbaharda aşık olurlar... Yaşlılar sonbaharda..." Hayatın neresinde durduğunuzla mı ilgiliydi acaba ne zaman aşık olacağınız?.. Hayatın sonbaharında iseniz, sonbahar mı sizin duygularınıza daha fazla hitap ediyordu? Yoksa hayatınızın ilkbaharındayken, sonbahar mı çok uzaklarda görünüyordu size?.. Doğa yeniden uyandığında, doğanın bir parçası olarak sizin de içinizin uyanması doğal değil miydi?.. Yeniden neşelenmeniz, yeniden ışık saçmanız, etrafınızda doğan canlılarla yeşillenen doğada, sizin de aşık olmanız daha kolay değil miydi?.. Biliyorum, o utanmaz ve melankolik sonbaharların, mazoşist bir çekiciliği vardı... Mutlu aşk yoktur, mutsuz aşk vardır sözünü hatırlatırdı sonbaharlar... Eylülün yağmurunda ve sararan yapraklarında hüzünden bir türlü kopamayan aşk vardı...
Bunlar ne kadar çekici olsa da, hayat ilkbaharla başlardı. Varolmanın dayanılmaz hafifliği ilkbaharda hissedilirdi. Kız arkadaşımın dediği gibi bu bir yaş meselesi olsa da, hayatları boyu kendilerini genç hissedenler hep ilkbaharda daha kolay aşık olacaktı. Güneşin önce ısıttığı bedenlerin bronzluğunda, denizin lacivert sularında, doğanın yeşilliğinde, hayat vardı. İlkbahar hayattı. Aşk da hayattı. Yenilenmekti... Uçmaktı... İnsan baharda daha rahat uçardı... Doğanın yeniden canlandığı ilkbaharda her şey arsız, sonbaharda ise doğa yapraksızdı. Aşk ne kadar melankolik olsa da, esasen umut demekti, hayat demekti... Aşk ilkbahar demekti...
|