|
|
|
|
|
|
Bunlar da devletin 'ur'ları!
Türkiye'de siyasi irade 'kaçak yapı ve gecekondu' sorunu karşısında hiç bir zaman samimi olmadı. Hep karşı olduğunu söyledi ama gerçekte hiç karşı olmadı. Dahası altyapı hizmeti götürerek, zaman zaman af çıkartarak 'meşruiyet' kazanmasına fırsat tanıdı. Şimdi, ilk kez bir başbakan 'manifesto' niteliğinde bir açıklama yaptı. Başbakan Tayyip Erdoğan şöyle diyordu: "Şehirlerimizi bir ur gibi saran gecekondu düzenini ortadan kaldırmak bizim en büyük idealimizdi. Bütün bu urların temizlenmesi gerekiyor. Çatıya çıkıp oradan kiremit sallayanları acınır hale getirirsek, bu işi başaramayız." Bu manifesto nihayet bir 'son nokta' koyma zamanının geldiğini gösteriyor. Çünkü başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerimiz artık bizi boğuyor. Bu nedenle Başbakanın 'manifesto' niteliğindeki açıklaması önemli. Ancak burada önemli bir nokta daha var. O da şu; Acaba bu sürecin tek sorumlusu 'bedava' arsa üzerine ev yapan vatandaş mı? Bence vatandaş kadar devletin ve yerel yönetimlerin de kendine bakması gerekiyor. Acaba bu süreçte devlet ve yerel yönetimler ne yaptı? Yasaları uyguladılar mı? Ayrıca, kendileri de bazı bölgelerde işgalci durumunda değil mi? Ve yıkımlar konusunda çifte standart uygulanmıyor mu? Asıl dönüşüm bu sorulara 'samimiyet' içinde cevap verildiğinde yaşanacak. Şimdi bu açıdan birkaç noktaya dikkat çekmek istiyorum. İstanbul Boğaziçi'nde 'çifte standart' uygulamasının en tipik örneği yaşanıyor. Boğaziçi'nin tüm alanı 45 milyon metrekare. Bunun yaklaşık 12 milyon metrekaresi kamu ve vakıflara ait. Kamuya ait bu alanın neredeyse yüzde 70'i işgal altında. Son iki yıl içinde sadece Boğaziçi'nde 3 bine yakın 'yıkım' tutanağı var. Peki kaçı gerçekleşti? Bildiğimiz kadarıyla ortada yıkıma ilişkin hiçbir işaret yok.
Devlet 'kaçak' yaparsa... Sadece geçen yılın Ekim ayında bir 'dünya markası' olan Reina'nın kaçak bir bölümü yıkıldı. Sonra o bölümün duvarı güçlendirilirken beton çökmesi üç insanın yaşamına mal oldu. Ardından yine yıkım ekipleri geldi ve adeta 'günah keçisi' ilan edilen Reina yerle bir edildi. Peki diğerlerine sıra ne zaman gelecek? Örneğin İstanbul Balta Limanı'nda bulunan İstanbul Üniversitesi Tesisleri'nde 400 metrekareyi aşkın kaçak inşaat var. Boğaziçi'nin en güzel yerinde Polis Moral Eğitim Merkezi var. Kaçak inşaat alanı 6 bin metrekare . Aynı şey, Kalender Orduevi için de geçerli. Mahallenin futbol sahası çevrilerek gazino yapıldı. Kaçak alan 3 bin metrekare. OBA Restoran, Tevfik Arif'e ait Eftalya ve gece kulübü Safir gibi onlarca işletmenin konumu da farklı değil. Acaba buralar da yıkılacak mı? Ulus Parkı'nın karşısında 'Kültür Sitesi' nde kaçak villa inşaatı hâlâ devam ediyor. Yıkım kararı olmasına rağmen neden kimse kılını kıpırdatmıyor? En çarpıcı olanı neredeyse yüzde 60'tan fazlası kaçak olan Florya'daki 67 katlı yapılar. Bu konuda yıkım kararı alındığı halde neden uygulanmıyor? Bırakın bunları İstanbul Çavuşbaşı Beldesi'ndeki belediye binası da, karakol da kaçak. Peki bunlar yıkılacak mı? İşte size birkaç örnek. Eğer bir 'son nokta' konulacaksa devlet önce kendi kaçağını yıkmalı. Devlet kaçak binalarda hizmet verecek ama sıra vatandaşa gelince kaçağı başına yıkacak. Bu çifte standart değil mi? Dahası var, Florya gibi, Boğaziçi gibi 'etkili' kişilerin yaşadığı yerlere göz yumulacak ama diğerleri yıkılacak. Bu mu adalet? Başbakan Tayyip Erdoğan'ın dediği gibi şehirleri 'ur' larından kurtarmak için önce devletin kendisi yasalara uymalı ve uygulamalı. Vatandaş olarak biz hazırız, ya siz? Siz hazır mısınız?
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|