Geçmişle hesaplaşmak
"Türk gibi kuvvetli" sözü ezberletilerek büyüdük hepimiz. Orta Asya'dan yola çıkıp bütün dünyayı nasıl sırayla fethettiğimiz anlatıldı bize okul yıllarında. "Bir Türk dünyaya bedeldir" sözünün doğruluğunu da hiç sorgulamadık. Çünkü atalarımızın çok güçlü olduğunu, bugün dünyanın önde gelen ülkelerini yöneten ülkelerini zamanında çok kolaylıkla dize getirdiğini öğrendik. Türk uluslaşmasının en önemli açmazı bu oldu. Uluslaşma yapay, daha doğrusu sanal bir süreçtir. Bir ulus yaratmak için o zamana kadar birbirine yabancı olan kişiler arasında dayanışmacı bir ilişki kurmanız gerekir. Bunun için ortak bir geçmişe, ataya, ortak dile ve kültüre atıf yapmanız gerekir. Türk ulusçuluğunun açmazı da burada ortaya çıkmıştır. Osmanlı kullarından, egemen bir Türk ulusu yaratmak amacıyla, geçmişle tüm bağlarını koparma ihtiyacı duymuştur. Bunun için giysiden dile kadar birçok alanda tepeden inmeci, zorlayıcı değişime gitmiştir. Birgün fes giyen insanlar ertesi gün şapka giymek zorunda bırakılmış, ceketpantolon tek tip giysi haline getirilmiştir. Latin alfabesine geçerek geçmişle kültürel bağ da kesilmiştir. Ancak, ulusu ortak bir kültür, paylaşılan bir geçmiş ve ortak değerler olmadan yaratamazsınız. Laiklik ilkesi ve modernitenin doğal bir sonucu olarak din bu ortak paylaşım değeri olamamıştır. Çünkü sadece dine dayanarak kendinizi Arap'tan, Acem'den, Azeri'den ayırt etmeniz mümkün olmaz. Bu nedenle, Cumhuriyet de zorunlu olarak Osmanlı kavramına başvurmuştur. Ama bunu, bir dönem dünyaya hakim olan sonra yozlaşarak paramparça edilen bir imparatorluk öyküsünde dile getirmiştir. Türkün dünyaya bedel olması, parçalanan dev bir imparatorluktan küçük bir ulus devlet yaratmasından dolayı değildir. Bir zamanlar Afrika'dan Avrupa'ya kadar uzanan dev bir coğrafyaya hükmeden Osmanlı İmparatorluğu'nun kurucu unsuru olmasındandır. Cumhuriyet Osmanlı'nın her şeyini reddetmiştir belki ama bir Türk devleti olduğu fikrine her zaman sahip çıkmıştır. Bir yandan ret edilen bir yandan sahip çıkılan bir yakın geçmiş, yeni ulusta şizofrenik bir yapıya neden olmuştur. Bir yandan bir Türk dünyaya bedeldir, Türk gibi güçlü olma mitoslarına inanan bir halk, bir yandan da her an bölünme korkusu içinde yaşayan, kendine güvensiz bir ulus çıkmıştır karşımıza. Bilgi Üniversitesi'nin gerçekleştirdiği kamuoyu araştırması sonuçları bu gerçeği bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. Bir yandan Cumhuriyet'in çağdaşlaşma, Batılılaşma ilkesine sahip çıkan halk, ağırlıklı olarak Avrupa Birliği üyeliğini desteklemektedir. Ancak, genç Cumhuriyet'in bölünme, parçalanma paranoyası altında yetişen kuşaklar Avrupa Birliği'nin ciddi olarak ülkeyi bölmeye çalıştığını düşünmektedir. Bu sağlıksız bir tablodur ama genç Cumhuriyet'in yakın geçmişle hem bağları koparma, hem de işine geldiği zaman ondan destek alma zaruretinin doğal bir sonucudur. Asker için Osmanlı kötü bir dönem, son padişah hain, Yeniçeri ayak takımıdır ama Genelkurmay Başkanlığı'na gittiğinizde sizi kapıda Yeniçeri kılıklı askerler karşılamaktadır. Bu bir açmazdır. Çünkü geçmiş bizim için hem imrenilen, hem de tu kaka edilen bir dönemdir. Türkiye, Osmanlı başta olmak üzere kendi tarihine sağlıklı ve objektif bir biçimde bakmayı beceremediği sürece de bu şizofrenik durumun üstesinden gelemeyecektir.
|