Hukuk devletine düşen asli görev
Önceki gece Siyaset Meydanı'nda sabahın 03.30'una kadar süren bir program yaptık. Kürt Sorunu'nu tartıştığımız programın kamuoyunun ilgisini çok çektiği reyting rakamlarıyla ortaya çıktı. Siyaset Meydanı, AB Grubu'nda ilk ona girerken rekor diyebileceğimiz bir izlenme oranı elde etti. Herkesin fikrini serbestçe savunma olanağı veren Ali Kırca'ya teşekkür etmek gerekir diye düşünüyorum. Sabaha karşı biten programı izleyemeyenler için orada ortaya koyduğum görüşleri, bir özet halinde sizlerle tartışmaya açmak istiyorum. Güneydoğu başta, Türkiye'nin genelinde barış ve huzura kavuşmanın yolu, şiddetin kınanmasından geçer. Barış isteyen kesimlerin hiçbir şekilde, şiddeti ve bu yolda ölenleri yüceltmemesi gerekir. Siyaset biliminde devlet tanımı yapılırken, "toplum içinde silah kullanma yetkisine sahip tek meşru güç" denilir. Bu nedenle, devletin her türlü çeteleşme, silahlı örgütlenmeye karşı güç kullanma hakkı vardır. Dağdaki silahlı güçle mücadele, güvenlik güçlerinin görevi ve hakkıdır. Kimse devletten barış adına dağdaki teröristlerle silahlı mücadeleden vazgeçmesi talebinde bulunamaz. Bu devletin kendini inkarı anlamına gelir. Bu nedenle, kimse kan dökülmesini teşvik etmemeli, ne gerillayı, ne de kontr-gerillayı yüceltmemelidir. Çağdaş, demokratik hukuk devletinde ne gerillaya ne de kontrgerillaya yer vardır. Gençleri ellerine silah verip dağlara ölmeye veya öldürmeye göndermek, bu yolda ölenleri "Özgürlük savaşçısı" veya "şehit" diye yüceltip nitelemek yanlıştır. Eğer, siz eline silah verip dağlara gönderdiğiniz ve orada silahlı bir yapı içinde gerek sivil halka, gerekse güvenlik güçlerine karşı eylem yapmaya hazır halde bekleyen gençlerin öldürülmesini istemiyorsanız, bu işin gerçek sorumlularını sorgulamanız gerekir. Bu ölümlerin gerçek sorumlularını arıyorsanız, hiçbir haklı gerekçe olmadan bu çocukları dağa gönderen örgüt ve yöneticilerini sorumlu tutmalısınız. Bu ölümlerden güvenlik güçlerini sorumlu tutmak yerine, onları dağa gönderenleri sorumlu tutmak, daha doğru ve ahlaki bir tavırdır. Hele, hem barış istediğinizi, hem savaşa geçit vermeyeceğinizi, hem ülkenin sembollerine saygılı olduğunuzu ileri sürerken, dağa adam göndermeyi sürdürür ve dağdakileri kutsarsanız, ikiyüzlü davranıyor ve o ölümlerin gerçek sorumlusu oluyorsunuz demektir. Güvenlik güçlerinin silahlı örgüt ve yapılara operasyon yapma hakkı ve görevi olduğunun altını böyle çizdikten sonra, aynı güçlerin silahsız ve sivil topluluklara karşı tutumuna değinmek istiyorum. Hangi sloganı atarsa atsın, hangi pankartı taşırsa taşısın, kimsenin bu topluluklara karşı infaz yapmaya, orantısız güç kullanmaya, öldürme amaçlı ateş açmaya hakkı yoktur. Demokratik bir hukuk devletinde böyle bir hak kabul edilemez. Silahsız ve sivil topluluklar, şayet yürürlükteki yasalara göre suç teşkil eden bir eylem içindeyse, güvenlik güçlerinin nasıl davranacağına ilişkin kurallar Toplantı, Gösteri ve Yürüyüşleri Yasası'nda belirtilmiştir. Bu sınırların güvenlik güçlerince aşıldığı her durumda, normal bir hukuk devletinde yapılması gereken şey, mülki amirlerin ve hele ölüm olmuşsa, mutlaka Cumhuriyet savcılarının soruşturma açmasıdır. Kapatılan, soruşturma açılmayan her ölüm olayı, "yargısız infaz"dır ve yargısız infazın demokratik hukuk devletinde yeri yoktur. O yüzden ben Cumhuriyet savcılarını Diyarbakır ve bölgedeki her bir ölüm olayı konusunda soruşturma açmaya davet ediyorum. Burada siyasi otoriteye düşen tek görev vardır. Kimseyi peşinen suçlu veya suçsuz ilan etmeden adil ve uygun bir soruşturma yaptırma, varsa sorumlulardan hesap sorma. Aksi halde yaptığınız ve yapmayı planladığınız reformların hiçbir anlam ve değeri kalmaz.
|