Yalnızlığın kıskacında!
Onun için ölüm cezası istiyor savcılar... Yargıçların bağımsızlığı, savcıların "hazımsız" lığı tartışılabilir. Çok isterdi "o" da; "Hazreti Ömer" in adaletine sığınmayı... Verecekse, adaletin "yerli" kılıcı önünde hesap vermeyi... Ama neylersin; "Bush hazretleri" nin kurduğu divanda yargılanmak oldu kaderi. Lakin... Ne fark eder? Çoktan mahkumiyetlerin ve cezaların en ağırını çekmekte olan bir adam portresi vardı önceki gün Bağdat divanında: Yalnızlığın kıskacında...
Saddam Hüseyin esip gürlüyordu. Gözlüklerini takıp çıkararak elindeki savunmasından "yüksek sesli" itirazlar dillendiriyordu. Saltanatının en kanlı ve şanlı günlerindeymiş gibi, tehditler savuruyordu güya... Ama... Sesini her yükselttiğinde daha çok "tebessüm" derliyordu, kendisini muhtemel cellatlarının huzuruna yollayacak savcı ve yargıçlarından... Çünkü... Orada... Ortadoğu'nun göbeğinde kurulmuş "1600 Pennsylvania Avenue" damgalı mahkeme divanında zerrece ciddiye alınacak bir şey yoktu. Sanık sandalyesinden fırlayıp, elindeki kağıtları karşısındakilere sallayan "adam" ın hükmü çoktan verilmişti çoktan... Yargıçlar tarafından değil, hayır. Yargıçların "atama kararnamesi" ne mührünü basan yeni dünya patronundan da değil. İşgal ordusunun komutanları, tankları toplarından hiç değil. Yalnızlığından. Kendisini en son terk edecek oğulları işin başında yitip gitmişlerdi hayatından bir gece baskınında. Ailesi neredeydi kim bilir? Devlet başkan yardımcıları, başbakanları, bakanları, komutanları, Baas'çı partizanları... Hepsi... Hepsi... Çoktan çekilip gitmişlerdi hayatından, çoktan. O gün de; rastlantı işte. Ardındaki sanık sandalyeleri de boştu. Getirilmemişti yanında kalan bir elin parmakları kadar dava arkadaşları. Yalnızlığın resmi "iyi çıksın" diye sanki... O gün, "hayatın en ağır hükmü" cümle aleme ilan edilmişti Bağdat divanında: Bakın demişlerdi, bakın da görün: Yalnızlık en büyük celladıdır insanın!
İçine hapsolduğu yalnızlıkla; "hayatın en ağır hükmü" ne mahkum edilmiş adam, bundan böyle tarihin en "namlı" savunmasını yapsa ne yazar! Kim okur, kim bakar? İşlenmiş bütün suçların bedelini, günü gelince böyle ödetir hayat: Bir bakarsın ki ardına... Yalnızca... Issız bir hatırat!
Bağdat dersleri herkese "ilham" olmalı kendi ömür "seyr-ü seferi"nin fırtınalı sularında. Gül-gülistan bahçelerde, şenşakrak "iktidar" zamanlarında; hoyrat tekmelerle çiğneyip geçtiğiniz çiçekleri daha çok beklersiniz "dar" zamanlarda! Sormak için çok geçtir, vakit geçtiği zaman: Kim kuruttu bu bahçeyi, haberin yok mu zalim kral?
Vaktiyle dostluklarının zalim kralları olmakta "beis görmeyen" ler, kimi kime şikayet edecektir iş işten geçtikten sonra? Elinizde sayfalar dolusu yazdığınız savunmalara kıymet biçen yargıçlar bulunur belki! Ama arkanızı döndüğünüzde kimse olacak mı bakalım? Siz asıl ona bakın! Nerede o okul arkadaşları kalemini kırdığınız sınav hasetliklerinde; nerede üçbuçuk terfi nispetlerinde omuz vurduğunuz yorgun mesai yoldaşları? Bir de hoyrat kelimelerin yaralayıp karanlık kuyulara ittiği kırık aşklar var ki; sor bakalım kendine? Nerdeler şimdi, nerde? Siz asıl ona bakın!
Önceki günkü "Bağdat divanı" ndan "bedava" bir nasihat çıktı işte: "O" nun için çok geç! Ama siz farkına varın şimdiden ki: Hayatın en ağır hükmüdür yalnızlık. Ve... Yalnızlık en büyük celladıdır insanın!
|