Yapma baba!
İnsanlık pusulamızı hepten kaybetmemize ramak kalmış, eğer çoktan kaybetmediysek. Nasıl bir şey olduk? Hepimiz çocuktuk ve sık sık "küçüklerimizi korumak" diye bağırırdık. Çocuğu, ne olursa olsun ve ne pahasına olursa olsun, korumak, ayırmak, sakınmak, şiddetten uzak tutmak, çocuklar için canımızı vermekle dolu dolu bir kültür içinde yoğrulurduk. Tabii, çocuklar evde, okulda çok dayak yerdi, "eti senin kemiği benim" diyen veli de deli de çıkardı, ama yine de, "başkasının çocukları" için içinin acıyabilmesi ortak bir insanlık temeliydi. En çok gözyaşı dolan filmler, çocukların kırıldığı, üzüldüğü, kimsesiz kaldığı, hıçkıra hıçkıra ağladığı siyah beyazlar ve renklilerdi. Tamam, herkes kendi derdinde oluyor ve ülkesinin tüm çocuk manzarasını ve felaketini tahayyül bile edemiyordu ama, "önce çocuklar" deniyordu bir an geldiğinde. O yüzden, çok çok ölen Filistinli çocuklar için de, okul otobüsünde parçalanan İsrailli çocuklar için de, ambargolarda ve bombardımanlarda binlerle düşen Iraklı çocuklar için de, Saddam' ın gazladığı Halepçeli çocuklar için de, Etiyopyalı bir deri bir kemik çocuk için de, Beslan'daki çocuklar için de, Rus bombalarının yok ettiği Çeçen çocuklar için de, ABD napalmlarının yaktığı Vietnamlı çocuklar ve Nazilerinkilerden Bosna'nınkilere kadar toplama kamplarındaki çocuklar için de, hiç bilmediğimiz diyarların tüm çocukları için de, sırf çocuk oldukları için aynı anda kanayabilen bir yüreğimiz de oldu. Bir çocuk canlı çıktığında enkaz altından, tabii ki hele Adapazarı'nda, Gölcük'te, Bingöl'de, yani Türk mü, Kürt mü diye bakmadan, ama ne bileyim İran'da da, Pakistan'da da, Kore'de de bir çocuk kurtulduğunda mucize eseri, gülen yüzümüz, sevinen kalbimiz oldu. Şimdi nasıl bir şey olduk!
Çocukları ön safa sürenler, onları durdurmayanlar, çocukların, çocuklarının sadece silah despotluğu gölgesinde "örgüt piyonu" olmasını mesele etmeyenler "çocuklar için randevu istiyor"muş. "Çocukların gerekirse vurulabileceğini" söyleyen bir başbakanımız varmış. Randevu vermiyormuş. Cam, çerçeve kıran, saldıran yahut bağıran çocuklardan onlarcası devleti yıkmak, vatanı bölmek, başka devletin egemenliğine sokmak suçlamalarıyla yargılanmak üzere tutukluymuş. Olaylarda üç çocuk vurulmuş da ölmüş, fakat kimin silahıyla, nasıl vurulduğu, 3 yaşında öldürülen çocuğun eylemci olup olamayacağı dahi konuşulmuyormuş bile. Böyle bir meselesi yokmuş ülkenin, devletin, insanın, insanımızın, vicdanımızın. Çocukları mahkum ederek, azizim, idam olsa yani, sallandırarak meselenin çözüleceğini düşünebilen çoluk çocuk babası insanlarımız mevcutmuş. Çocukları büyüyünce "dağa çıkarmak" için şimdiden sertleştirmeyi, çocuk ölümlerinden destan kanırtmayı, özgürlük adı altında çocukları köleleştirmeyi "Kürt halkının önderliği" diye sunabilen vicdansızlığı Kürt halkı sorgulayamıyormuş. Çocukları tam da bu istenen şekilde, bir de devlet şiddetiyle, köteğiyle, işkencesiyle, kurşunuyla adam edeceğini, çocukları hırpalayarak ibret vereceğini sanan resmi yahut sıradan akıl da sorgulanamıyormuş; sorgulanırsa vatan hainliği oluyormuş. Sonra, tüm ikiyüzlülükle, "okulda şiddet, ailede şiddet, kadına şiddet, çocuğa şiddet" diye lak lak da lak lak!
Çocuklardan korkuyorsak, çocuklardan korkmamak ve çocukları korkutmamak için bir şeyler yapabilir, başka türlü düşünebilir, olgunlaşabiliriz belki. Yok nefret, tepki, öfke şuramıza gelmişse... Gerilim, şiddet, ölüm tek dil ise... Parçalayalım çocukları. Herkes, kendi çocuğunu öpüp ötekini halletmek için hemen koyulsun yola!
|