İnsanca dil
Güneydoğu'nun çeşitli illeri eylemlerle sarsılırken çıkan olaylarda üçü çocuk 12 kişi hayatını yitirdi. Terör örgütünün İstanbul'da belediye otobüsüne yönelik molotof kokteylli saldırısında ise üç masum insan feci şekilde can verdi. Türkiye'nin en temel sorununda "şiddet" yine öne çıkan dil haline geldi. Bu ülkenin Güneydoğusu'nda ölenler de, İstanbul sokaklarında can verenler de bizim insanlarımız. Terörü, şiddeti tek dil haline getirmek isteyenler, kan ve gözyaşı üzerinden güç kazanmaya çalışanlar geçen hafta itibariyle amaçlarına ulaşmış görünüyor. Çünkü, gerek siyasi partilerde, gerekse medyada, gerekse polisin kendisinde, polisin yetkisinin yetersizliğinden yakınanların sayısı artıyor. Polisin elinin kolunun bağlandığını, bıkkın ve yılgın hale getirildiğini, bu nedenle olayların tırmandığını ileri sürüyorlar. Çözüm daha sert yasalarda, anti-demokratik uygulamalarda, gözaltı süresinin uzatılmasında aranıyor. Polisin elinin kolunun bağlı olduğu ileri sürülen bir ortamda, can veren gösterici-eylemci sayısı, üçü çocuk olmak üzere 12 kişi. Eli kolu bağlı olmasa, "Atış serbest" diyerek yüzlerce kişiyi öldürmeleri mi isteniyordu, bunu anlamakta zorluk çekiyorum. Herkesin öteki'ne daha fazla şiddet istediği, öfkenin aklın önüne geçtiği, kin duygusunun üstün duruma geldiği bu ortamda, en sağduyulu yaklaşım, Diyarbakır Valisi Efkan Ala'dan geldi. Ala, "Cana geleceğine cama gelsin" diyerek insani bir tavır, farklı bir dil ortaya koydu. Devlet otoritesini sarsmadan, vatandaşına şefkatle yaklaşma örneği göstermeye çalışan bir tavırdı. Teröristi, galeyana getirilmiş kalabalıktan ayırmaya özen gösterdiklerini anlatıyordu Diyarbakır Valisi. Bu insani tavrı, şiddeti dışlayan insanca dili nedeniyle, bildiğimiz çevrelerin boy hedefi haline geldi Sayın Ala. Oysa, Vali'nin bu kadar özenli davranmaya çalıştığı Diyarbakır'da 6 ölü vardı ve bunların ikisi çocuktu. Tek bildikleri dil şiddet olanlar bunu görmezden geldi, hala geliyor. Şimdi daha sert yasalar, daha antidemokratik yasalar, daha uzun gözaltılar, hapisler istiyorlar. Oysa, bu dönemde hepimize düşen görev "insanca bir dil" ortaya koyup desteklemek olmalı. Bu ülkede yıllarca en sert yasalar, faşist uygulamalar egemendi, sanki o dönemlerde Türkiye güllük gülistanlıktı. Her türlü sorun şiddet yoluyla çözülmüştü sanki. Şiddetin şiddeti doğuracağını hesap etmeyenler, yarın önümüze çıkacak tablo karşısında daha fazla üzülebilir. Stalinist PKK'nın kitle desteğini elinde tutmak için şiddetten, terörden başka bir yolu yok biliyoruz. Ancak, devletin böyle bir zorunluluğu yok. Devlete düşen, teröre karşı kararlı mücadelesini sürdürürken PKK'yı şiddet oyununda olabildiğince yalnız bırakmak olmalı. Bu sadece devlete değil, DTP dahil, sivil siyasete önem verdiğini söyleyen tüm kesimlere düşen tarihi bir görev.
|