İçi, dışı, altı, üstü
Gelip geçerken tabela gözüme, aklıma takılıp duruyordu: "Mutlu bir azınlık için seçkin bir yaşam." Şimdilerde İstanbul'un yedi tepesini ezip geçen kule saltanatının yeni kingkonglarından biriydi ve hakikaten, kutlarım yani, en "gerçekçi" sloganı seçmişti. Küstahtı, tepeden bakıyordu, aşağılıyordu ama pek dobraydı. Abartılı mağrur, bir "insan türü" nün tüm hayat anlayışını ve ideolojisini yansıtacak biçimde simgeseldi. Göğe doğru yükselen bir servet mabedi olduğunun farkında... "Mutlu azınlık" tan söz ediyor... Bunu "seçkin bir yaşam" la bütünlüyordu: "Dışından arzulanan İçinden keyif aldıran Mutlu bir azınlığın Evim diyebileceği yer" Bu sakız manisi kıvamında "seçkin şiirsel" slogan da, durumu kafadan izah için özenle yazılmıştı besbelli. Bayağılığı ve basitliği, kudretinin ifadesiydi. Yerden seviyesi çok yüksek, azıcık utanma duygusu açısından seviye ise yerle birdi. O yüzden, sürpriz değildir... Böyle bir sloganın altında, yakın ve yakıcı bir dönemin iki "genç" merkez sağ başbakanının da buluşup komşu olması. Sorun mallarının, mülklerinin olması, çoğalması, paralarını yatıracak yer bulmaları, "çocuklarının geleceğini güvenceye almaları" filan değil... Çarpıcı olan; "Mutlu bir azınlık için seçkin yaşam" sloganının; servet, köşe, dört köşe şımarıklığının partileri, liderleri olmuş iki "merkez sağ" başbakanı, biri doğru yoldan, biri dört eğilim dört koldan geldikten sonra bu münasip bayrak altında buluşturması. O eski merkez sağın çok arzulanmış birlik, bütünlüğünün bir gökdelenin 20'li katlarında gerçekleşmesi; bir "devasa apartman mensubiyeti" nde idrak edilmesi. Ki partilerinin, seçmenlerinin eriyip de ancak "azınlıklar" dan ibaret kalması. Onlar siyaseten düşer gayri menkulen yükselirken, memleketten buram buram yoksulluğun, yoksulluk ölümlerinin, yoksulların birbirine şiddetinin fışkırması. Yoksulların "devlet düşmanı" ve "devlet yandaşı" olarak birbirlerini "olağan" kırmaları, "devlet düşmanı" çocukların güvenlik gerekçesiyle öldürülmeleri, onların arasından çıkmış terörcülerin iki genç kızı, bir teyzeyi İstanbul'un "mutsuz çoğunlukları" nın yine de "evim diyebilecekleri yer" lerinden birinde, Esenler'de, halkın belediye otobüsüyle yakmaları, ölüme yollamaları; düğün evine cenaze yollamaları. Ne bileyim, ne tuhaftır aynı günde buluşmaları ama... "Dışından arzulanan, içinden keyif alınan" simgesel eğlence mekanının kimi müdavimi, o dünyayı hiç pohpohlamamış gibi yapan medya dünyamızda "tele işler" le isim isim teşhir edilirken... Mekanın duvarının, muhteşem, eşsiz Boğaziçi tanıklığı altında, yan bahçedeki kapıcıbahçıvan kondusunun üstüne çöküp üç kişilik aileyi yok etmesi. Ve bu vesileyle, o evin iki çocuğunun da çok önceden hastane kapılarında öldüğünün öğrenilmesi, böyle kim bilir kaç garip çocuğun yaşayabilecekken öldüğünün ise bilinmemesi. Çarpıcı olan... Yoksulluğun, hakkaniyet arzularının, belki öfkelerin, belki umutların içinden yükselmiş partinin bile, "merkez sağ sığlığı" na saplanıp muhafazakardemokratlığın en mukaddes emanetiymişçesine Kemal abilere sarılıp durması. Çarpıcı olan... Hepimizin, Türk, Kürt, zengin, yoksul, şu bu, "evim diyebileceği tek yer" olan bu memleketi, bu "dışından arzulanan" güzelim ülkeyi, "içinden azap çekilen" cehenneme dönüştürmekteki inadımız. "Mutlu azınlıklar" bir yana, "mutsuz çoğunluklar" ın da bu cehenneme alev alev koşması ve durmadan ateşe körük dayaması.
|