53 yıl önceydi...
4 Nisan 1953, sabaha karşı ikiyi yirmi geçe, çevredeki bütün alıcılar, şu mesajı kaydetti: "S.O.S. Şimdi Çanakkale Boğazı'nda, Naraburnu önünde bir denizaltıyı batırdım. S.O.S." Mors alfabesiyle telgraflara kaydedilen kelimelere inanamıyordu kimse. Birisi, gecenin sessizliğinde, koskoca bir denizaltıyı batırdığını söylüyordu. Ürkek ve telaşlı; korku dolu bir itiraf içeren mesajın ardından sahibinin imzası da geçiyordu telgraf şeritlerinden: "İsveç gemisi Naboland Süvarisi Kaptan Lorentzon!"
Bir trajediydi yaşanan... Aslında "o" trajedinin yıllar sonra hatırlanması bu satırların yazarının çabalarıyla mümkün olabilmişti büyük ölçüde... (Bu kez olayın sonrasına ve hiç bilinmeyen bir yanına değineceğiz.) Evet... 1998'de, bu köşede yayımlanan "Titanik-Dumlupınar" başlıklı yazı, hem Yeşilçam'ı, hem de televizyoncuları ve belgeselcileri 50 yıllık bir uykudan uyandırmıştı. Lakin... Yazımız başkalarına esin kaynağı olsa da, bu işi yapmayı biz borç bildik kendimize. Sonraki yıllarda o müthiş "Çanakkale" filmine imza atan Tolga Örnek'le buluştuk. Gerekli izinleri aldık. Çalışmalara başladık. "Belgesel-drama" tarzı bir filmle trajediyi ekranlara taşıyacaktık. Olmadı. Büyük kriz, "Titanik" filminin bir benzeri olacak bu dev projeyi olanaksız kıldı. Ama vazgeçmedik... 2002 yazında, "Ah bir ataş ver!" türküsüne eşlik eden hiç değilse"beş" dakikalık bir "belgesel-öykü"yle, 80 metre derinlikte unutulan "insani" acıları su yüzüne çıkardık.
Bitmedi. Bir işimiz daha vardı yapılacak: "Dumlupınar'a yolculuk!" Aslında, kazadan beş yıl sonra, ilk kez bir dalgıç 80 metre derinlikteki denizaltının güvertesine inmişti. 1958'27 Eylül'ünde, dalgıç astsubay Kemal Tutan telefon hattından güçlükle duyulan boğuk bir sesle, şöyle anlatmıştı gördüklerini: "Denizaltının üstündeyim. Pervaneyi görüyorum. Denizaltı sancağa doğru 1520 derece yatmış. Gemi deniz izbirosu ile kaplı. Bembeyaz her taraf. Kar yağmış gibi. Çiçek gibi."
Tarihi bir andı. Ama, o dönemde, kimsenin aklına görüntü almak gelmemişti. Ve kazadan tam 50 yıl sonra, Türkiye; Dumlupınar'ın ilk görüntülerini de ATV Haber'de izledi. Büyük usta Haluk Cecan ve ATV Haber'den Korcan Karar'la birlikte, Dumlupınar'ı 80 metre derinlikte "ilk görenler" olduk. Gerçekten kar yağmış gibiydi, çiçek gibiydi. Nefeslerimiz tutuldu. Ve bu heyecan verici görüntüleri canlı yayında; kazadan kurtulan beş kişiden biri olan emekli Amiral Hasan Yumuk'la birlikte, izleyicilerle paylaştık. ATV Haber'in, en heyecan verici, en çok izlenen, tarihi yayınlarından biriydi. Belki de birincisi...
Buraya kadar olanları izleyenler hatırlıyordur. Ya kazadan sonra yaşananlar? Kaza sonrasında, dünya denizcilik tarihinin en ilginç "dava" larından birinin yaşandığını kaç kişi biliyor? Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesi'nde; cilt cilt romanlara konu olacak, karşılıklı bir hukuk mücadelesine tanık olunduğunu biliyor muyuz? İsveçli kaptanın sözlerini, davada Türk tarafını savunan avukat şöyle yorumlar: "Bu ifade, henüz mesuliyetlerin hesaplanamadığı ilk anlarda elim hadisenin tevlit ettiği korku ve heyecanla yapılan samimi bir itirafın mahsulüydü." İlk anda, "Bir denizaltı batırdım" diyen İsveçli kaptan, sonradan Dumlupınar'ın süvarilerini suçlar. Dava uluslararası ilgi odağı olur. İsveçli kaptan için verilen mahkumiyet kararı bozulur. Bilmek isteyenler için soluk soluğa okunan dava ve karar tutanakları elimizdedir.
Peki biz yalnızca bunu mu söylemek istiyoruz şimdi burada? Bir kaptan; kendisinin bir denizaltıyı batırdığını cümle aleme kendisi duyurur. Karanlıkta çarpışan gemilerin kaptanları mahkemede hesap verir. Mahkum olurlar, olmazlar, ama hesap verirler. Hiç istemeden yol açtıkları bir kaza nedeniyle hem de... Peki ya tarih boyunca... Ülke gemisini batıran, karaya oturtan, hasar gördüren, rotasından çıkaran "siyaset kaptan" larının, kendiliğinden "S.O.S" mesajları çekip; "Ben bir ülke batırdım, haberiniz olsun!" dediğini duydunuz mu hiç? Duydunuz mu?
|