Kürt sorunu-3 "Akıl tutulması"
Dünkü yazımızda örgüt lideri Öcalan'ın yakalandıktan sonra mahkemede verdiği ifadelerle, o güne kadar ileri sürdüğü bütün siyasal tez ve hedeflerinden vazgeçtiğini belirtmiştik. Ne gariptir ki, Öcalan'ın ifadelerinde ileri sürdüğü, demokratik cumhuriyetle birlikte yaşama, Türkiye'yi ortak vatan görme, bağımsız Kürdistan hedefinden vazgeçme gibi yeni tezler, Kandil Dağı'nda bulunan örgüt yöneticilerince de aynen kabul edilerek örgütün yeni stratejisi olarak ilan edildi. Normal şartlar altında; asgari 15 yıl "bağımsız Kürdistan için ulusal kurtuluş savaşı" verdiğini söyleyerek kanlı bir sürecin sorumlusu olan bir örgüt liderinin yakalandıktan sonra yaptığı bu 180 derecelik dönüş, bir siyasi hezimet olarak kabul edilmeliydi. Ancak örgüt, Öcalan'ı yeni yapılanmasının genel başkanı olarak tanımaya devam ettiğini ve Öcalan'ın yeni görüşlerine sahip çıktığını ilan etmekten çekinmedi. Dünya politik mücadeleler tarihine bir kara mizah örneği olarak geçebilecek yeni tezlerine göre, örgüt "uygarlıksal gelişme, cinsiyet eşitlikçi, ekolojik toplum paradigması çerçevesinde demokratik konfederalizm" hedefi için çalışacaktı. İyi de , uygarlıksal gelişmeci ve ekolojik toplum için gençleri dağda silahlandırmaya, ellerine silah vererek ölmeye ve öldürmeye göndermek hangi akılla, hangi mantıkla, hangi siyasal anlayışla bağdaştırılabilirdi? Böyle bir toplumsal proje için silahlı mücadele yürütmeyi kabul edebilmek için ya bir papağan veya robot gibi ne dediğini anlamadan yukarıdaki klişe lafları tekrarlamak veya bir "akıl tutulmasına" maruz kalmak gerekirdi. Aslında örgüt açısından vahim siyasal hezimetin temel sebebini şöyle açıklamak mümkün gözüküyor: Milliyetçilik "Öteki" olmadan var olamaz, yaşayamaz. Yürütülen onca kanlı eyleme ve kışkırtmaya rağmen ne PKK, Türk'ü Kürtler için "Öteki" haline getirebildi ne de Türk halkının ezici bir çoğunluğu Kürtleri "Öteki" olarak gördü. Ülkemizde dil ayrılığı temelinde farklı kültürel kimliklerin bulunduğu bir toplumsal realite ise de "Kürt kimliği ile Türk kimliğinin çatışan değil, örtüşen kimlikler" olduğu geçmişin ve yaşanan sürecin bir sonucu olarak bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır. Örtüşen kimlikler ise ayrı ulusal kimlikler çıkaramaz. Çatışan kimliklerin olmadığı ve birbirlerinin "Öteki" olarak görülmediği bir siyasal coğrafyada halkı kimlik temelli siyasal projelerle harekete geçirmenin mümkün olamayacağı belli olmuştur. Ayrıca herkesin kabul etmesi gereken bir başka gerçek vardı. Türkiye artık ne tek parti dönemi Türkiyesi, ne de 80'lerin Türkiyesi idi. Özellikle AB sürecinin derinleşmesiyle birlikte, Türkiye'de peş peşe demokratik açılımlar oluyor ve 80'lerde geçerli bir argüman olabilecek Kürtçe konuşma, Kürtçe yayın hakkı gibi açılımların önündeki engeller en azından yasal ve fiili düzeyde önemli ölçüde aşılıyordu. Eskiden hayal dahi edilemeyecek fiili özgürlük alanları doğmuştu. Gerçi, bir yandan bu yönde olumlu gelişmeler olurken diğer taraftan antidemokratik, baskıcı ve zaman zaman hukuk dışı uygulamalar da bir yandan yaşanmaya devam ediyordu. Ancak bu durum sadece Kürtlere özgü bir gerçeklik değil, ülkenin genel demokratikleşmesiyle, hukukun üstünlüğüne ulaşılmasıyla ilgili olarak ülke genelinde yaşanan sancılardı. Bunlar, ülkenin AB hedeflerine inanmış, çağdaş demokrasiye inanan güçlerinin demokratik mücadelesiyle aşılacak sorunlar olarak görülmeliydi. Bu bakımdan, ülkede yaşanan bu kadar gelişmeyi göz ardı eden Kürtlük temelli bir silahlı örgütlenmenin bir siyasal proje olarak bir değeri ve anlamı kalmamıştı. Kısacası örgüt, Kürtlüğe dayalı siyasal ve toplumsal tasavvurlarını yitirmiş ve elinde kala kala, yukarıda anlattığımız komik tezler dışında, " Öcalan'a özgürlük "sloganı kalmıştı. Ne var ki, PKK uğradığı bu siyasal hezimete rağmen, halen dağlarda on bine yakın silahlı güç bulundurabiliyor. Ayrıca, PKK'nın, özellikle DTP ve belediyeler aracılığıyla Diyarbakır, Batman ve Van gibi merkezler başta olmak üzere, birçok yerde, başta kadınlar olmak üzere, kitleleri sokağa dökebilme gücüne sahip olduğu da bir gerçek olarak önümüzde duruyor. Bundan dolayı da ülkede kan dökülmeye, gerilimler yaşanmaya devam ediyor, çatışma ve gerginlik ortamı demokratik gelişimin önünde bir engel olmayı sürdürüyor. Bunu nasıl anlamalı ve aşmalıyız? Yarına...
|