| |
|
|
Mustafa Altıoklar'ın ötekilerden farkı..
"Hıncal ağbi, öncelikle filmimi görmeye ve yazmaya değer bulduğun için teşekkür ederim" dedi, Mustafa Altıoklar telefonda.. "Tabii, fikirler sana ait. Öyle görmüş, öyle yazmışsın. İtiraz edemem. Ama hiç değilse iki gün bekletip yazamaz mıydın?.. Tam da hafta sonu, filmin en çok bilet satacağı günde.." Tek serzenişi bu oldu, yıllanmış dostumun.. Beyza'nın Kadınları'nı uzunluk yönünden şiddetle eleştirmiş, "Mustafa alsa eline makası, 137 dakikadan, 90 dakikaya indirse, bomba gibi bir film olur" demiştim.. Sadece Mustafa değil, yapımcı Cüneyt Ortan da, kardeşim gibidir. O kadar yakın, o kadar dost.. Ama ilişkilerim, düşüncelerimin yazıya dökülmesini engellemiyor.. Onlar da bunu biliyor.. Sonra sohbet ettik, Mustafa ile.. "Sana uzun gelmiş olabilir ama, bana sorarsan, filmimde gereksiz tek kare yok" dedi.. Güldüm.. "Aynen benim yazılarım gibi.. Editörlerimden başlayarak, pek çok kişi, yazılarımın uzun olduğundan söz eder. Ama bana sorarsanız, içinde gereksiz tek kelime yoktur.. Gereksiz olsa onu oraya yazmam ki.. Yazıyorsam bir anlamı var.." Bize gazeteciliği öğreten M. Ali Ağabey, "Kendi paranızla Avustralya'ya telgraf çekiyor gibi yazmalısınız " derdi.. Bugünün nesli bilmez. Telgraf, PTT (Oradaki T'lerden biri) aracılığı ile çektiğimiz kısa mesaj, bir çeşit SMS'di.. Kelime başı para öderdiniz. Kelime başı ücret de mesafeye göre.. Ne kadar uzaksa, o kadar pahalı.. Yazıyı bitirdikten sonra, tekrar tekrar okurduk, kaç kelime atabiliriz diye.. Öyle alıştık yani.. Şimdi artık her kelimenin vazgeçilmez olduğunu düşünüyorum.. Mümkün mü?.. Vardır mutlak.. Ama o fazla kelimeyi benim bulmam zor. Dedim ya.. Gereğine inandığım için koydum oraya zaten.. O zaman kısaltmayı en iyi başkası yapar.. Ben mesela, ağabeyim Öcal'ın, Serpil'in, Ünal'ın, köşemde yer verdiğim dönemde Ayşe'nin, Şeniz'in, okurların yazılarındaki fazla sözcükleri, cümleleri şıp diye bulup, temizliyorum. Benim kendi yazılarım ise, tövbe Yarabbim, sanki vahiy.. Ne kelimesi, harfi atılmaz!.. "Yani Mustafa" dedim, "Senin filmini de senden başka biri kısaltmalı, demek ki.."
Hayatını eleştirmenlikle kazanan, yani işi profesyonel eleştirmenlik olan bir arkadaşım, kendisini eleştiren bir yazım üzerine bana telefon edip, "Sana kırıldım" demişti.. Dünyada dostu kalmamış olmalıydı, bu kafa ile..
Kadir İnanır'ın düştüğü halleri görüyor musunuz?.. Koca Kadir İnanır'ın.. İlahi tesadüf, ayni gün ayni gazetede yayınlandı, benim onun, onun benim için düşünceleri.. Cevap vermeye değer mi artık?.. Muhatap almaya değer mi?.
Boş verin.. Gene başa dönelim.. Brokeback Dağı'nda izlemediğimiz bir sahne var.. Çekimi tam bir hafta sürmüş.. Büyük zahmetlerle.. Film için de önemli bir sahne.. İki kovboyun aslında ne kahraman ruhlu olduklarını anlatıyor çünkü.. Dağlara kamp kurmaya gelen gençlerin arabası, bizimkilerin nehrine düşüyor, akıntı dağlar gibi.. Kahramanlarımız, hayatlarını riske ederek, yani ölümü göze alarak çocukları kurtarıyorlar.. Ang Lee, yani yönetmen, sıra kurguya gelince, bu bir hafta boyu herkesin canını çıkaran sahneyi tümüyle kaldırıp atıyor.. Sevgili Mustafa, bilmem anlatabildim mi?..
|