Hükümet var iktidar var mı?
Türkiye'nin seçim sistemi sonucu, AK Parti büyük bir Meclis çoğunluğuyla iktidara geldi. Ancak çok kısa sürede Meclis'teki sandalye hakimiyetinin "her şeyi yapabileceği" anlamına gelmediğini öğrendi. Bir siyasi parti, programı ile iktidara gelir. Bu programı gerçekleştirme yolu ve yöntemleri de belirlidir. Bugün Türkiye'nin 1982 Anayasası gereği iki başlı bir hükümet yapısı vardır. Bir yanda sorumsuz ama geniş yetkili Cumhurbaşkanı, diğer yanda sorumlu ama yetkileri ciddi ölçüde kısıtlı bir Bakanlar Kurulu. Hükümet, ülkede izlenecek genel politikayı belirler ve bununla ilgili kararlar alırken, bu kararları uygulamaya geçirmek idareye düşer. Bu nedenle, hükümetlerin idarenin üst yönetimlerine kendisine yakın insanları getirmesi gayet doğaldır. Türkiye'de geçerli teamül de budur. Her hükümet Merkez Bankası başkanından emniyet genel müdürlerine, valilerden müsteşarlara kadar kendi kadrolarını oluşturmaya çalışır. İdarenin, en azından en üst kadrolarının her iktidarla değişmesi yöntemine alışmışızdır. Amerika'da da üst düzey idare kadroları her başkanla birlikte değişir. Elbette, siyasi iktidara bağlı olarak gelenler de, yanlarına, etkili pozisyonlara kendilerine yakın isimleri getirmeye çabalar, sonuçta parti düzeyinde aşırı siyasileşmiş bir bürokratik yapı ortaya çıkar. Bürokraside yükselmenin ölçüsü liyakatten ziyade bir görüşün, bir bakanın adamı olmaya bağlanır. Bu Türkiye'de kadrolaşma olarak şikayet edilen bir konudur. Ancak, bu dönemde bu şikayetler doruk noktaya çıktı. Merkez Bankası başkanları sanki eskiden tamamen siyasi iktidardan bağımsız atanırmış gibi, bir program çerçevesinde, sandıktan çıkmış, meşru yollarla iktidara gelmiş iktidarın yetkileri sorgulanır hale geldi. Merkez Bankası Başkanı adayının eğitim, kariyer gibi yeterlilikleri yerine eşinin başörtüsü en önemli ölçü haline geldi ve sonunda Cumhurbaşkanı Sezer, atamayı veto etti. Bu dönem gerçekleştirilen atama vetolarına bakıldığında, bu siyasi iktidara haksızlık yapıldığı ortada. Çünkü bütün atamaları bir şekil sınavından geçiyor ve bu sınavı geçemeyenler geri çevriliyor. Bu, kendi programını kendi kadrolarıyla gerçekleştirmek isteyen bir hükümetin elini kolunu bağlayan bir uygulama. Ancak, bu işin bir boyutu. İşin bir de AK Parti uygulamalarını yakından ilgilendiren bir bölümü var. Kendi geleneği içinde, içine kapalı bir toplumda yetişmiş olan iktidar partisi kadrolarının tüm seçimlerinin ısrarla tek yanlı ve yönlü olması, meşru iktidarın niyetleri hakkında toplumun bir kesiminde kuşku uyandırıyor. Medyanın tavrı bu kuşkuyu iyice artırıyor. Sonuçta, toplumda "bizden ve onlardan" algısı güçleniyor. Belki de bu algının sonucu olarak "İlk seçimde AK Parti'ye oy vereceklerin oranı yüzde 30-40" çıkarken güven duyulan kurumların başında en yüksek oyu da Cumhurbaşkanı alıyor. Yani, halk hem iktidarın icraatlarından memnun olduğunu dile getiriyor, hem de Cumhurbaşkanı'nın denetleyici görevinden şikayetçi olmadığını söylüyor. AK Parti yönetiminin bu tabloya daha dikkatli bakmasında yarar var.
|