Bağırıp çağırmadan kırıp dökmeden
Ansızın coşkuya kapılıp bağırıp çağırmak, yakıp yıkmak mı, yoksa yaratıcı gücünüzü kullanarak değişik, vurucu bir protesto eyleminde bulunmak mı daha etkili? Yakın tarihten üç protesto eylemi geliyor aklıma. Onları aktarayım, kararı siz verin.
İkinci Dünya Savaşı. Nazizmin Avrupa'yı kasıp kavurduğu dönem. Norveç. Ülkenin en ünlü yazarı Knut Hamsun, herkesin taparcasına sevdiği bir kişi. Ama işgal sırasında Almanların yanında yer almış. Bunun üzerine Norveçliler ne yapmışlar dersiniz? Sokaklara dökülüp yazarın kuklasını mı yakmışlar? Evinde Hamsun'un kitabı olan kim varsa, almış o kitabı eline, yazarın evine gitmiş. Kitabı sessizce kapının önüne bırakmış. Ülkenin her yanından, kar altında, arabalarla, otobüslerle, trenlerle insanlar akmış. Ellerinde kitaplar. O kitapları evin önüne bırakıp sessizce kentlerine dönmüşler. Kısa sürede dev bir kitap yığını oluşmuş. Hamsun evinden çıkamamış artık. Bir süre sonra da ölmüş. Bundan güzel, bundan vurucu bir protesto eylemi olabilir mi?
ABD'de soğuk savaş yılları. Amerika'ya Karşı Çalışmaları Araştırma Komitesi, aydınlara, düşünen kafalara savaş açmış, ortalığı kasıp kavuruyor. Özellikle sinema, tiyatro ve müzik alanında "Komünistler" fişleniyor, kara listeye alınıyor, çalışmalarına, yurtdışına çıkmalarına izin verilmiyor. Paul Robeson da o sanatçılardan biriydi. 12 Haziran 1956'da Komite karşısına çıkarıldı. Ama o, kimi sanatçılar gibi muhbirlik etmedi, pişmanlığını dile getirmedi. Onurla direndi. "Komünist olduğum için yargılanmıyorum burada," dedi. "Kendi halkımın hakları uğruna savaştığım için yargılanıyorum. Yiğitçe direnen, savaşan bütün zencileri susturmak istiyorsunuz. Afrika'daki sömürge halklarının bağımsızlığı uğruna savaştığım için pasaport verilmiyor bana." Robeson'un yurtdışına çıkışı yasaklanmıştı. Ama başka ülkelerde onu dinlemek isteyenler vardı. Çözüm kısa sürede bulundu. ABD-Kanada sınırında bir yer seçildi. ABD topraklarında, tam sınırda, açık havada bir sahne, bir de güçlü ses düzeni kuruldu. Robeson'un orada konser vereceği açıklandı. Belirlenen gün, dünyanın çeşitli yerlerinden binlerce, binlerce insan aktı Kanada'ya. Sınıra gidip konserin verileceği yerin tam karşısında toplandılar. Kanada topraklarında. Konser saatinde Paul Robeson geldi, sahneye çıktı. ABD'den ayrılmadan, yüz metre kadar ötedeki "dünya" ya inanılmaz bir müzik şöleni verdi.
Vietnam savaşı sürüp gidiyor. Amerikalılar, Japonya'da bir hava üssü açmak istiyorlar. Üs, Vietnam'ı bombalamak için bir sıçrama tahtası olacak. Hiroşima'yı, Nagasaki'yi yaşamış Japon halkı karşı çıkıyor buna. Ama Japon hükümeti "olur" unu veriyor. Uzun tartışmalardan sonra üs kuruluyor. Üssün açılacağı gün büyük bir tören düzenleniyor. Japon hükümetinin üyeleri, devletin ileri gelenleri, Amerikalı generallerle birlikte, kurulmuş tribünlerde yerlerini alıyorlar. Söylevler veriliyor, marşlar çalınıyor... Ufukta belirecek Amerikan uçak filosu beklenmeye başlanıyor. Uçaklar gelecek, piste konacak, üs de "resmen" açılmış olacak. Biraz sonra uçaklar beliriyor. Tam piste alçalacakları sırada binlerce, on binlerce balon yükseliyor gökyüzüne. Üssün yakınlarına "mevzilenmiş" Japonlar, getirdikleri balonları havaya salıveriyorlar. Gökyüzü balonlarla kaplanıyor. Sonuçta hiçbir uçak inemiyor piste. Filo dönüp gidiyor.
Bu protesto sonucunda üs açılmadı mı? Ertelenerek açıldı. Ama Japon halkı, özgün bir protesto yöntemiyle "tavrını" açıkça ortaya koydu, bu girişimi desteklemediğini çok etkili bir biçimde belirtti. Bağırıp çağırarak, marşlar söyleyip yürüyerek protesto eyleminde bulunmak artık "sıradan" oldu. Etkisini bütün bütüne değilse bile, büyük ölçüde yitirdi. Knut Hamsun, Paul Robeson, Japonya'da üs olaylarında olduğu gibi, yaratıcılığın devreye girmesi, özgün protesto eylemleri düzenlenmesi, konuyu gündeme daha vurucu bir biçimde getirmiyor mu?
|