Loş ülkede foş sesi
Başbakan "mal varlığı" nı açıklar mı diye bugünü zor ettik, gülüm. Açıklanmazsa ne kadar karanlıkta kalacaksa, açıklanırsa da işte o kadar açık olacak durumlar vardır... Aynı, açıklansa ne kadar açık olacaksa, açıklanmadığında da işte ancak o kadar karanlıkta kalacaklar gibi. Başbakanının zengin mi olmasını ister toplum; zenginleşmiş olmasını mı, servet yapabilmesini mi, mütevazı kalmasını mı, yoksul değilse bile mala mülke önem vermemesini mi, hem iş bilir hem işini bilir olmasını mı, olmamasını mı? Yoksulları da severken elbette, başını neyin okşarken, esas ahbaplığı "Servet" le kurmasını çok mu ayıplar? Sahi, neyi ayıplarız; her zaman aynı şeyi ayıplar mıyız?
En önemli silah oyları iken, millet bugüne kadar "siyaseten zenginleşme" yi gerçekten cezalandırdı mı? Yoksa, problem onlar zenginleşince değil, millet yoksullaştığında mı çıktı? İktidarlar, hızla servet yapanların siyasi dostlarının, korumalarının, hamilerinin ve ortaklarının "memleketin en yoksulları ile ittifakı" olmadı mı genellikle? Elbette basit bir "kandırma, kanma" ilişkisi değildi. Kabuğunu kırmak isteyen yoksul köylünün ideali de zengin çiftçi, toprak ağası, beyi idi. Kırık kabuğuyla büyük şehir kümeslerine tıkılan nicesinin ideali de, hızla köşeyi dönen hemşehrileri, önlerindeki belirsiz ama sonsuz yağma ve zenginleşme ufkuydu. Zenginliği temsil edenler, nice yoksulun da totemi, putuydu!
Canımın içleri, ille standart kalıba girsin ve de "Batılı, moderen" olsun diye, dindar ya da değil, bir sürü "arsız zenginleşme" hikayesini bile Protestanlık, Kalvinizm filan diye açıklama derdinde. Sermaye birikiminde, gerçek girişimcilik, sebat, sabır, yatırım, icat, keşif, marka, şahsiyet, otantiklik, sınaiteknolojik devrim, atılım vesaireden ziyade... El koymacı, arazi yağmalamacı, hava kirletmeci, vergi kaçağı, sigortaprim düşmanı, korumacı, kayırmacı, iktidarlar ve darbeler himayesinde cüretkar, ürkek olmakla birlikte muhteris, arsız, ahbap çavuş ilişkilerine bayılan, rüşveti her köşeye yayan... Çoğu zaman "sermaye birikimi" ile "servet yığması" nı karıştıran "laik" ile "dindar" türlerinin "ortak günahkarlıkları" üstüne akıl ve kalem oynatmaktan daha kolay tabii.
Sorun, dindarlık, laiklik, sağcılık, solculuktan öte; bir insanlık muhasebesi, "vicdan varlığı" meselesiydi. Kimileri ne Allah'tan korktu, ne ahlaksızlıktan! Kökeni köylüye, muhafazakara, "Demokrat" a, aynı zamanda onların Batı ile haşir neşir zenginleşme arzusuna dayanan bir partinin, şehirli, ağzı çorba kokmayan, laik, alımlı başbakanı "ABD'deki mal varlığı" ile yakalandığında... Onu son anda Meclis'te koruyanlar bugün solcu ve sosyal demokrat hala! Bu iktidarın en muhafazakar, en dindar kökeni de aynı "servet" le koalisyon yapmıştı. O iktidarı deviren Silahlı Kuvvetler'in önceki en üst komutanının da "Tak-şak" yapması gibi. Yahut o partinin babası, o iktidara karşı 28 Şubatsever Cumhurbaşkanı'nın, yeğeni için bir devlet başkanına iş mektubu yazması, aile fotoğrafını kayırması gibi. Yahut solcu ve çok dürüst başbakanın döneminde en büyük vurgunların sahne alması gibi. Veya bugünkü iktidarın sonradan koptuğu "Hoca" nın başının 80'inde maddiyattan derde girmesi... Bugün de elbet gözü dönenlerin bulunması gibi. Bazen "sol", bazen "Atatürkçülük" adına, çokça "milliyet, mukaddesat, maneviyat" namına... Her şey hep yeterince açık, aydınlık ve bir o kadar karanlıktı zaten! Loş, diyebiliriz!
|