Gölgede 38 derecede tatil
Antalya'da son birkaç yıldır değişim yaşanmaya başlandı. Bir dönem dibe vuran yiyecek içecek kalitesini yukarı çekmek ve Türk turisti de etkilemek için ciddi adımlar atılıyor
Falez'in üzerinden Antalya Körfezi'ne karşı akşam yemeğimi yiyorum. Körfezi çevreleyen yüksek dağların üzerinden denize doğru yoluna devam eden ve bir süre sonra dönüp otelin biraz solunda kalan havaalanına doğru hızla alçalarak inen uçakları seyrediyorum. Saatlerdir sofrada birbirinden lezzetli yemekler eşliğinde sohbet ederken, gözüm hep uçaklarda. Görüş alanım içinde her zaman aynı anda iki uçak yer alıyor. Biri denizin üzerine yeni çıkmış, yani görüntüye yeni girmiş, öteki ise iyice alçalmış, birkaç saniye sonra gözden kaybolup piste inecek olan uçak. Biri iner inmez, ufukta bir yenisi görüntüde yerini alıyor ve bu saatlerdir aralıksız böyle devam ediyor. Ortalama iki, üç dakikada bir, bir uçağın indiğini görüyorum. Antalya'da nasıl bir turist akını olduğunu fark etmenin belki de tek yolu bu. Çünkü Antalya'da gazete haberlerine konu olan turist patlamasını bazı tarihi ören yerleri dışında herhangi bir yerde fark edebilmek mümkün değil. Dev metal kuşların taşıdığı bu turistler bir başka klimalı araçla, iyi korunmuş, çevreden soyutlanmış tatil köylerine teslim ediliyor, bunlar birkaç gün sonra güneşe doymaya başladıklarında bir ara rehberler eşliğinde klimalı modern kapalı çarşılara götürülüp alışveriş ettiriliyor ve hemen geri götürülüyor. Süreleri dolduğunda yine klimalı araçlarla havaalanına, kendilerini ülkelerine taşıyacak uçaklarına teslim ediliyorlar. Manzarası, denizi, güneşi ve tarihi zenginlikleri açısından dünyanın en güzel tatil yöreleriyle rekabet eden Antalya fotoğraflarına bakıp yıllardır gitmediğim bu kente içimde yeniden özlem uyandığında, temmuz sonlarında buradaki hava koşullarını kafamda canlandıramamışım. Son yıllarda akıl almaz bir tempoyla gelişmiş Lara bölgesinde yeni açılan The Marmara Antalya Oteli'nin insanı baştan çıkaran havuzunu, özel bir tünelle ulaşılan Falez'in dibindeki küçük plajını öğlen sıcağında şöyle bir dolaştım. Ama gölgede 38 derece ve yüzde 80'in üzerinde nem oranıyla bu kentte şu sıralar en keyifli yerlerin, otellerin körfeze bakan klimalı oda ya da salonları olduğuna karar verdim. Son zamanlarda genç yaşta kalpten ölenlere ilişkin gazetelerde çıkan haberlerden sonra da Antalya ziyaretimde hava kararıncaya dek klimalı ortamlardan pek uzaklaşmamayı yeğledim.
ASLINDA ÖNYARGILIYDIM Aslında Antalya'ya karşı önyargılıydım. "Her şey dahil" sisteminin bu yöreye yerleşmesiyle, tatil köylerinin bir gurme için kaçışı olmayan lezzet düşmanı hapishanelere dönüştüğünü düşünüyordum. Ülkemizin en kötü, köpek öldüren şaraplarının, en ucuz malzemelerden yapılmış yavan yemeklerin sunulduğu tesislerden, ağzının tadına önem veren biri olarak uzak durmaktaydım. Bu arada Bodrum ve Çeşme, İstanbul'un belli kesimlerinin plajı haline gelmiş, bu bölgelerimizde butik oteller hızla gelişmişti. Oysa uzunca bir süre Antalya tümüyle yabancı turistlere bırakıldı. Yıllarca bu bölgenin sayısız beş yıldızlı oteliyle ilgili ilanlar bile İstanbul basınında çıkmazdı. Bu tesisler tümüyle kendilerini dış turizme odaklamışlardı. Son birkaç yıldır bir değişim yaşanmaya başladı. İstanbul'dan Antalya ve civarı otellerine turlar başlatıldı. Ama açık söyleyeyim, birkaç tesis dışında bunlar belli bir yemek ve içki zevkine sahip müşterileri tatmin edecek düzeyde değildi. Antalya'da organize turizm önce Kemer-Tekirova kesiminde gelişti. Buranın otelleri kısmen 10 ile 20 yıllık. İkinci merkez, 90'lı yıllarda turizme açılan Belek bölgesi oldu. Özellikle golf turizmine ağırlık verilen bu bölgede bazı oteller her şey dahil sisteminin dışında tutuldu. Üçüncü merkez ise bir yıllık geçmişe sahip Lara Acısu bölgesi. Burası da hızla gelişiyor. Bunların yanı sıra şehir içi denebilecek Antalya'nın merkezinde ve Falez'e bakan kesimlerinde de bir bölümü daha önce bitirilmiş, bir bölümü de yeni yapılmış irili ufaklı kaliteli oteller var.
CESUR ATILIM Antalya ziyaretimden sonra bu kentle ilgili önyargılarımda bir ölçüde değişiklik oldu. Örneğin başta Belek bölgesindeki bazı golf otelleri, Antalya'nın şu sıralar en çok konuşulan oteli Hillside Su ve yeni yeni devreye giren The Marmara gibi bazı tesislerin her şey dahil sistemini uygulamayıp yeniden yarım pansiyon düzenini oturtmaya çalıştıklarını gözlemledim. Bu cesurca atılan adımın sonuçları kaliteye yansıyor. Özellikle The Marmara'da, bence Türkiye'nin en deneyimli ve yetenekli genç şeflerinden Gökhan Tufan'ın açık büfede sergilediği becerilerinin değme "fine dining" restoranın alakart menülerini geride bıraktığını söyleyebilirim. Söz alakart restoranlardan açılmışken Antalya bölgesinin büyük tatil köyleri her şey içinde sisteminden bunalmış misafirlerine yeni olanaklar sunmak, aynı zamanda kısıtlı ana restoran kapasitesini başka mekanlara kaydırmak amacıyla kendi sınırları içinde sayıları 20-25'i bulan alakart restoranlar açmaktalar. Çin, Japon'dan, Meksika ve Türk mutfağına kadar çok çeşitli konseptlerin uygulandığı bu restoranların büyük çoğunluğunda bir, iki euro gibi küçük bir rezervasyon bedeli alınıyor. Ancak maliyet hesaplarında bu restoranlarda da bütçeler çok kısıtlı tutulduğu için yemek sayısı az, malzeme kalitesi de fazla yüksek olmuyor. Her şey dahil sisteminin kendi içinde de bir istisnası var. O da Rixos Premium gibi lüks tatil köyü konsepti. Örneğin konaklama ücretine dahil 16 yiyecek içecek noktası ve sayısız bar ve cafede sınırsız yeme içme olanağını sunan Rixos, 3 ana restoran, 9 alakart restoran ve 18 barıyla Port Royal gibi yeni olmakla birlikte varlıklı turistlerce büyük ilgi gören lüks tatil köylerinin sayısının artacağını umuyorum. Özetle, Antalya'da gerçekten bir şeyler oluyor. Bir dönem dibe vuran yiyecek içecek kalitesini yukarı çekmek için ciddi adımlar atılmış. Bunlar sevindirici. Ancak bütün bu olup bitenle Antalya kent merkezinin hiç ilgisi yok. Şehir merkezi giderek sönükleşmiş. Medyada övünçle sözü edilen turizm patlamasını Antalyalılar ancak Falez'den birbiri ardından inişe geçen uçakları gördüklerinde
|