Ağca'nın can güvenliği (?!)
Mehmet Ali Ağca bir kere daha gündemin odağına düşmenin lezzetiyle yeni bir maceraya mı hazırlanıyor, yoksa yargının biçtiği cezanın caydırıcılığı (!?) sayesinde hakiki bir pişmanlığın huzuruyla ömrünün son sakin bir hayata yol almaya mı soyunuyor? Şimdiye kadar kendisi ile ilgili gerçeklerin üstündeki örtüyü kıl kadar aralamadan açıklama (!) yapmayı becerebilen Ağca'nın nereye koşacağını kestiremeyiz. Fakat tahliye olunca medyayı bir süre peşinden koşturacağı kesin. Hatta belki yine bomba ifşaatlarda bulunacakmış gibi yaparak hiçbir şey açıklamadan ' benmerkezci' bir sefa daha sürebilir. Zaten bunun ilk işaretlerini de tahliye meselesi ortaya atılır atılmaz görmüştük. Bunların en ilginci İtalyanların ' gerçekleri açıklama kaydıyla' koruma önermeleridir. Aslında zurnanın zırt dediği nokta da burası! Gizli servisler ve yeraltı dünyasının jargonu ile söylemek gerekirse; 'ötmesi' şartıyla Ağca'ya koruma va'detmek gülünç! Hele Ağca'yı yirmi yıl avucunda tuttuğu halde ağzından bir kelime koparamayan, yaptığı araştırmalardan en küçük bir ipucu çıkaramayan (?!) İtalyanların ve Sezar'ını dahi koruyamayan Roma'nın bunu söylemesi şaka gibi! Dürbünlü tüfeğin icadıyla namertliğin bile bozulduğu, en masum insanın kahpeliğe kurban gidebildiği ve Hasan Sabbah'ların dahi utanacağı iğrenç şiddetin çağında, üstüne üstlük namlı bir tetikçiye ne ile kesin bir güvence vereceksiniz? Bu İtalyan şakasının ancak bir şekilde anlamı olabilir. Eğer Papa suikastında kendi gizli servislerinin veya Gladio'larının parmakları varsa ' Mehmet Ali, bizim payımızı söylemezsen seni vurmayız' demek istiyorlarsa! Aksi halde bu koruma va'di insan zekasıyla dalga geçmektir. Daha önemli ve ürkütücü boyut ise bu alemin derin kuralıdır! Hangi plancı ve azmettirici, kendini satan (!?) tetikçisini bağışlayabilir? Aksine, iş işten geçtikten; azmettireni cascavlak ortaya çıkaran ' ötüş' gerçekleştikten sonra bile tetikçinin sonsuza yolculukla cezalandırılması adettendir. Keşke dünyamızda tersini görsek ama mümkün değil. Zira tetikçisinin ötmesini içine sindiren tezgahçı bu aşağılık zanaata darbe indirir. Azmettiren kişi veya örgütü itiraf edip de başı yastıkta ölmeye bırakılan tetikçi, çok kötü (!) örnek olur. Böylece tetikçi kullanarak cürüm işleme zanaatı bayağı geriler. Oysa terör ve mafya örgütleri ile bunların gayrı meşru ebeveyni olan gizli servisler ve güvenlik birimleri tetikçisiz yapamazlar. Bu yüzden ' ötme'nin yol olmasını önlemek için, itirafçıyı muhakkak surette yok etmek bir numaralı zanaat kuralıdır. Ağca da bunun istisnası olmayacak. Böyle olduğu için de yaşadığı sürece sır perdesi kolay kolay aralanamayacak. Gerçi 12 Eylül öncesinden bir ülkücünün şimdilerde yazdığı kitaba göre ( Desise, Metin Kaplan ) Ağca'nın azmettiricisi bellidir! Roman havası verilerek yazılan bu kitap, 12 Eylül sabahı saat beşte İstanbul'daki ' istasyon şefi' tarafından Devlet Başkanı aranarak ' Bizim çocuklar becerdi' denilen ülkenin gizli servisi ile yerli müttefikini fena karalıyor. Yazar özetle ' Ağca bu iki örgütün ortaklaşa isteyip azmettirdiği eylemle Abdi İpekçi'yi öldürdü' diyor. Öyle mi, değil mi? Merhum İpekçi'nin askeri darbelere kesinlikle karşı olduğunu ve bunu önlemeye çalıştığını bilenler, Yunanistan'ı NATO askeri kanadına geri alabilmek için 12 Eylül darbesini planlayanları şüpheli bulmaz da ne yapar? Açıktır ki daha uzun bir süre bu cinayetteki asli azmettirici sadece zanlı olarak kalmaya devam edecektir. İnsanlığın meselesi buradadır. Ağca vakasına ' az yattı-çok yattı' tartışmasıyla yaklaşmakta değil. Bu fasılda insanlığımızın ayrı bir sınavı daha var: Acaba ' katil sağ görüşlüyse mutlaka daha çok yatmalı, daha fazla eziyet çekmeli, sol görüşlü ise azami temel insan hakları duyarlılığı gösterilmeli' diyenlerden miyiz, değil miyiz? Yahut tersini söyleyenlerden!
|