Tahran'a bakış
İran Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinecad'ın daha bir süre dünya gündeminden inmeyeceği belli. Attığı her adım bir yandan dünyaya mesaj veriyor. Diğer yandan da İran'daki rejimin yeniden yapılanması ve içerideki iktidar mücadeleleriyle ilgili ipuçlarını ortaya çıkarıyor. Başkanı olduğu ülkenin tarihine ve köklü geleneklerine aykırı ilkel bir antisemitizmi dillendirip, İsrail'in yok olmasını isterken de, Batı müziğini yasaklarken de, İran'ın kıdemli diplomatlarını görevden alırken de Ahmedinecad'ı bu iki zeminde değerlendirmek gerekiyor. Fatih Üniversitesi'nden Bülent Aras, İran'la ilgili gözlemlerinde rejimin varlığını sürdürebilmek amacıyla yeni bir toplumsal hareketliliğe ve düşmana ihtiyaç duyduğunu vurguluyor. Bu durumda hem İsrail, hem de nükleer enerji programı bağlamında ABD kolayca bu işlevi görüyor. Attığı her adımda ipleri gerer ve rejimin kuruluş dönemlerindeki bir devrimci saflığa dönüş işaretleri verirken Ahmedinecad bu siyaseti güdüyor.
Tabanına oynuyor İçeride de reformcuları ezen, muhafazakarların düzenine taş koyacak bazı adımları atıyor. Ahmedinecad'ın radikalizmi, şimdiye kadar beklentileri karşılanmayan, kendisine oy vermiş fakir İran'ın iktidar mücadelesinde desteğini almak amacını güdüyor. Toplumun en eğitimsiz kesimiyle Şii inançları, sembolleri ve Mehdi aşkı ortak paydasında iletişim kuruyor. Onlardan aldığı desteği yerleşik düzenden nemalanan, yolsuzluklara bulanmış muhafazakarlara karşı da kullanmak niyetinde. Doğal olarak onlar da buna direniyor ve cumhurbaşkanını dizginlemeye çalışıyorlar. İran'ı yakından izleyen araştırmacı Ray Takeyh, Ahmedinecad ve destekçilerinin devrimden sonraki ilk yönetici kuşak olarak dünyayla bir hesapları bulunduğunu da savunuyor. Irak savaşında dünyanın kendilerini dışladığını biliyorlar. Saddam Hüseyin'in kimyasal silah kullanımına bile ses çıkarılmamasından aldıkları ders ise bir daha asla benzer bir durumda kalmama arzusu. ABD ile de eninde sonunda çatışacaklarını düşünüyorlar ve hem bu nedenle hem de İran milliyetçiliğinin bir tezahürü olarak nükleer silah üretmek istiyorlar.
ABD doğrudan taraf olmalı Dün Viyana'da Fransa, Almanya ve Britanya ile İran arasında Tahran'ın nükleer programı ile ilgili müzakere için ön görüşmeler yeniden başladı. Geçen yıllarda yapılan müzakerelerde yaşananlar ve anlaşmaların sonuçsuz kalması güveni yıktı. İran'ın nükleer programı, tüm bölge ülkelerini tedirgin ediyor. İsrail'in, İran'a yönelik tehditlerini giderek daha yüksek sesle dile getirmesine yol açıyor. İran'ın, Irak'taki gelişmelerden en fazla yarar sağlayan devlet olması da Tahran'ı giderek uzlaşmaya kapalı, kendine fazla güvenen hatta mağrur bir tavra itiyor. Önümüzdeki aylarda bu müzakerelerden olumlu sonuç alınması ihtimali, ABD doğrudan taraf olmadığı taktirde düşük . İran'ın tehdit yoluyla dize getirilebilmesi mümkün değil. İran açısından ise, Aras'ın vurguladığı gibi Kuzey Kore örneğine bakarak siyaset üretmek akıllıca bir yaklaşım sayılmaz. Yani "İşi zamana yayar, silahımıza kavuşuruz bizle bizim koşullarımızda uzlaşmak zorunda kalırlar" mantığı pek sağlam değil. Bu durumda açmazın aşılması için ABD'nin müzakere sürecine dahil olması ve İran'a siyaseten anlamlı bazı ödüller sunması gerekir. Washington'un, Tahran'ı doğrudan muhatap alması bir krizin yaşanmaması için belki de tek çaredir. Türkiye göründüğü kadarıyla bu gelişmelerde sessiz bir izleyicidir. İran'ın komşusu ve önemli bir ticaret ortağı olarak olası bir çatışmada çıkarı olmadığı da aşikar. Ancak, avantajlarını AB, ABD ve İran indinde etkili bir siyasete dönüştürebileceği de şüphelidir.
|