Dava adamları!
Her şey ya törene, ya düğüne, ya cenazeye... bazen ayine, sık sık linçe dönüşecek. Bir hukuk süreci, her tarafa çekiştirilecek. Batı baskısı, destekçi baskısı, lanetçi baskısı, linççi baskısı, yumurtacı, küfürcü, tekme tokatçı baskısı ve kıvırtıp duran şaşkın bir hükümet baskısı mahkeme salonunu kuşatacak. Biz, duruma göre... "Yazarın fikri hür, vicdanı hürdür... Yargı bağımsızdır... Yürütme, yargıya karışmaz... Türkiye Cumhuriyeti demokratik hukuk devletidir... Yurtta sulh, cihanda sulh... Türk milleti misafirperverdir... Düşene vurulmaz... Avrupa'da hukukun üstünlüğü temeldir... Tarih, tarihçilere bırakılmalı... 30 bin kişinin katili bölücübaşı... 30 bin kişiyi devlet öldürdü... Herkes kanunlar karşısında eşittir..." Her neyse, işte duruma göre, durumumuza göre, bunlardan bazılarını söyleyeceğiz. Acı, komik ve zavallı bir durum!
Havaalanlarına işkence uçaklarının inip kalkmasını bir "insanlık meselesi" haline getiremeyen bir kısım "Batı vicdanı"... İsmi bilinmiyor, şöhreti yok, kime ne, bana ne diye sağdan ve soldan çok sayıda ismin sözünden, yazısından ötürü yargılanmasını, eskisinden ötürü de yenisinden dolayı da "ceza kanunları"na çarpıp da yamultulmasını, eskiden bakanlık izniyle şimdi kafadan ceza alabilmesini önemsememiş bir kısım "yerli vicdan"... "Türkiye yargılanıyor" derken abarttı! Doğrudur; Türkiye'nin inleyeni, Türkiye'nin horlananı, Türkiye'ni hırpalananı, Türkiye'nin ezileni, vurulanı, kırılanı, Türkiye'nin eleştirisi hemen hakaret sayılıp manevi ve maddi işkenceden, linçten geçirileni, Türkiye'nin muhalif olduğu, dik duruşlu, dik başlı, hak arayışlı olduğu için işinden, aşından edileni çoktur. Bu yüzden, Türkiye yargılarken çok yargılanır. Lakin, bu "mega putlaştırma, tek adamlaştırma, tek davalaştırma" abartılı oldu.
Türkiye'de aktif milliyetçiliğin, fikir, hukuk, adalet arayışı, hakikat ihtiyacı, demokrasi adabı, insanlık terbiyesi, ağırbaşlı bir gurur ile manevi huzurdan hiç hoşlanmadığı... İlle de şiddet, ille de küfür, ille de linç, ille de ezmek, boğmak, kırıp geçirmekle malul olduğu, ancak öyle milliyetçi olabildiği, kendini ancak öyle beğenebildiği, devletine ancak öyle sahip çıkabildiği, ve ancak milletinin bir kısmından aşırı nefret ederek milliyetçi olabildiği, ne kadar nefret doluysa o kadar çok milliyetçi sayılabildiği mahkeme, konferans, üniversite kapıları ile linç meydanlarında üst üste kanıtlanır oldu. Bu çıldırma haline "sol" adıyla katılmak daha fazla mide bulandırır oldu.
Türkiye'de yargı bağımsızlığı meselesinin ne garip bir iddia olduğu, iç ve dış baskılar, dilekler ile konjonktüre bağlı biçimde "esnek-yaylı" bir sistemin bulunduğu... Sözde demokratikleştirme ayağında yeni ceza kanunu hazırlayanların, durumu kurtarmak için eskisine sarılmalarının nasıl acı bir tebessümden ibaret kaldığı... Adalet bakanlarının izniyle kaç kişinin canı yandığı, yakılmak istendiği halde, bu kez eski kanuna sığınılarak bakan onayına kaçılmasının tuhaflığı görüldü. Bu manevraları bile yumurta kapıya dayanana kadar düşünmeyen hükümet... Bakanlık izni ve insafını "daha ileri bir şey" zanneden bilumum millet... Bir insanlık ideali olan, düşünceden geçinmeye, eleştiriden katılıma kadar geniş cephesi olan demokratikleşmeyi gündelik davalara kilitleyen kimi muhalefet... Cennet ülkesini ancak cehenneme çevirerek döve döve seven milliyetçi bir cinnet... Bir ülkede bu kadar "dava adamı" felaket oldu!
|