|
Sinemadan asla para kazanmadım
|
|
Sinemaya bir anne evladına nasıl hizmet eder, öyle hizmet ettim. Benden sonra pek oyuncu gelmedi.
Kovaların içerisinde damla damla su biriktirip yıkandım, böcekler içerisinde uyudum.
Üç yıl üst üste hiçbir diziyi tutturamasam da dördüncü yıl tuttururum. Ben artık bir ürünüm.
Çamaşır, bulaşık yıkayan erkeğe saygı duymam
Hülya Avşar'la yalnızca sinema hakkında röportaj yapmak mümkün değil. Konu magazine kayıyor. Feministler, onu çekemeyenler, aydınlar, sinema eleştirmenleri ondan paylarını alıyor Avşar, kendini güzel buluyor. Sesini beğeniyor, sahneye çok yakıştığına inanıyor. Kendisine yapılan eleştirilere kulak asmıyor ama 'efsane bitti' diyenlere çok içerliyor.
Hülya Avşar bu...Türkiye'nin en çok konuşan ve kendisiyle en çok konuşulan kadını. Peki ben ne yapacağım, ne soracağım? Tümüyle 'magazin'in dışında kalmak, ona sadece sinema üzerine, oyuncu Avşar üzerine sorular sormak niyetindeyim. Ama mümkün mü? Ve işte ilk sorum:
"-Bir süre önce işte Hülya Avşar'ın dizisi iş yapmıyor, albümü satmadı, Hülya Avşar efsanesi bitti söylentileri oldu. Aradan altı ay geçti, Hülya Avşar hala toplumun gündeminde bir numara olmayı sürdürüyor, yani siz hep ayakta kalıyorsunuz. Nasıl bir duygu bu?" "- Bu sözler hiçbir zaman bitmeyecek. Benim ayakta kalma sebebim zaten bu tür sözler. Çünkü ayakta duran insana bu tür sözler söylenir, ayakta duramayan insanlara acırlar, hani ayıp olmasın, kalbi kırılmasın diye... Ama karşınızdakinin canını acıtmak istediğiniz zaman bu tür sözler edersiniz". Soruyorum:
"Yani bu tür sözler sizi başarılı olmaya daha mı çok yöneltiyor?" "- Açıkçası kaale almıyorum. Ben önüme bakıp yürüyorum, sağımda solumdaki ne yapıyor, ne diyor, bunu ancak arkadaşlarımdan duyuyorum. Aaa öyle mi deyip geçiyorum, ama bazen içimden kırıldığım da oluyor. Efsanesi bitti lafı mesela... Eğer efsane olmuşsam, zaten bitmez. Çünkü belli bir çizgiyi geçmiştir, artık isteseniz de yıkamayacağınız kişiler vardır her meslekte, her sektörde. Ben de bunlardan biriyim. Üç yıl üstüste yaptığım hiçbir diziyi tutturamasam da, dördüncü yıl tuttururum. Ben artık bir ürünüm. Yaptığım şeyler tutabilir veya tutmayabilir, ama bu bana zarar vermez". Avşar, kendi hakkındaki yayınları kesinlikle izlemediğini söylüyor. Hatta tüm ünlüler gibi bir 'kupür ajansı'na abone bile değil: "- Bir ara annem kendince bir arşiv yapıyordu, ama o da 7-8 yıl önce bitti. İlerde kızım da merak eder mi bilmem". Ama Avşar kitle iletişimini hiç de ihmal etmiyor. Adını taşıyan bir dergisi var, bir de internet sitesi varmış: Mavi yansıma diye. Arkadaşı Dilara Endican ilgileniyormuş, ama son zamanlarda siteyle hiç uğraşamamış. Ben asıl merak ettiğim şeyi soruyorum:
"-Siz güçlü bir kadınsınız. Güçlü kadın deyince akla hemen feminist bir çağrışım geliyor: Kadını erkekle eşit ve de güçlü kılmaya çalışan bir akım. Siz bu açıdan feminist olmalısınız, ama feministlerin tüylerini diken diken eden şeyler söylüyorsunuz: Mesela dayağı savunuyorsunuz, aldatmaya hoşgörüyle bakıyorsunuz. Burda bir çelişki yok mu?" - Benim gücüm toplumdaki yerimden geliyor. Bu özel düşüncelerimle ilgili değil. Ben dayağı savunmuyorum, hani karısını iki günde bir döven, çocuğunu döven insanları, bıraksalar herkesin önünde öldürebilirim. Ama insanız, bazen hepimiz çıldırabiliyoruz. Birisine -bu karınız olabilir, kız arkadaşınız olabilir- bir tokat atıveriyorsunuz. Herkesin başına gelmiştir ve bunu büyütmemek lazım".
FEMİNİZM ENTELLERİN İŞİ - Peki, feminizm ne oldu? - Ben feminist değilim. Yani şu eşitlik meselesinde. Tabii ki eşitsin, duygularda eşitsin. Ama ben ailede erkek unsuru olsun istiyorum. Eski gelenek ve göreneklerimize çok önem veriyorum, çünkü çok dejenere olmaya başladık gibi geliyor. Öyle ailelerle karşılaşıyorum ki, kadın kendi hayatını yaşıyor, erkek kendi hayatını. Ben de paramı kazanıyorum, ben de bir gün gidip seni aldatabilirim, erkek ne yapıyorsa yaparım gibi... Türkiye henüz böyle bir kültüre alışık değil. Feminizm, entel takımımızın ortaya attığı, ama tam manasıyla açıklamadığı, insanları yanlış yönlendiren bir şey. Maddi manevi güçlü olabilirsin, ama yine de kadın özelliklerine sahip olmalısın. Ben erkeğime git bulaşığı sen yıka demem. Haa, bir gün bana jest olsun diye kahvaltımı hazırlayabilir veya kırk yılda bir bulaşığı da yıkayabilir. Ama ben öyle çamaşırda-bulaşıkta bir erkeğe saygı da duyamam". Hülya Avşar'a soruyorum:
O ünlü 'dört büyükler', yani Türkan Hülya, Fatma ve Filiz de hep benzer şeyleri savundular, bunca zaman tepede kalmalarını Türk toplumunun temel değerlerine ters düşmemekle açıkladılar. Onlardan esinlenmiş mi? "- Hayır, böyle düşündüklerini bile bilmiyordum. Ama yaşam tarzlarına bakarsanız öyle". Avşar gençliğinde hiçbirinden çok etkilenmediğini, hiçbirinin ona sinema hevesi vermediğini söylüyor: "-Ben sinemaya hevesle filan girmedim. Tesadüflerle girdim. Türkiye Güzeli seçildikten sonra önce Selim Soydan beni sinemaya çekmek istedi. Ama sonra Kadri Yurdatap'la anlaştık: Daha çok para önermişti. Çok geniş bir ailenin kızıyım, amcalar, halalar... Babama "Babacım, söz veriyorum, tek bir filmcik... Kendi başıma para kazanmak hoşuma gidecek" diye yalvardım. Ve Osman Seden'in "Haram" filmiyle başladım. Bir milyon lira almıştım. 1983 yılı için sanırım iyi paraydı". Aile işin içine girmişken, kökenlerini soruyorum: "-Kayseri Pınarbaşı'ndan Kars, Ardahan göçmeni, Türkmen ve Kürt karışımı.. Ailede daha çok Kürtçe konuşulurdu. Babam bana 'malakam' diye seslenirdi.". Kürtçeyi 'anlıyor, ama tek-tük konuşuyor'. Ve de "asla İbrahim'den (Tatlıses) iyi olamaz" diye ekliyor. Kürtçe şarkı da söylemiş, hatta TV'de ve Yılmaz Erdoğan'la birlikte... Avşar, sonra sinemaya iyice ısınmış. O dönemden en çok birlikte üç film çektikleri Süreyya Duru'yu anıyor: "- Onu anınca içim cız eder. Beni en iyi anlayan, beni oynatmasını bilen yönetmendi. "Fatmagül'ün Suçu Ne?" ve "Uzun Bir Gece"yi çekerken, ben oyunculuğu ondan öğrendim". "Fazilet", "Benim Sinemalarım", "Berlin in Berlin" de özlemle andığı filmlerden. O filmdeki ünlü 'mastürbasyon sahnesi' üzerine konuşmak istemiyor: "-O sahne çok konuşuldu. Oysa açık değildi, sadece yüzüm gözüküyordu. Sırf gözlerim ve mimiklerimle oynadım. Ve Moskova'dan gelen ödülü de hakkettim". Avşar film izlemeyi çok seviyor: "- Kaya da tam bir sinema hastasıydı. 13 yıl boyunca, çokluk evde olmak üzere o kadar çok film izledik ki... Kaya herşeyi izlerdi. Ama en çok "Baba" serisini izledik. Ben en çok biyografik filmleri seviyorum. O yüzden Manukyan filmini çok istiyorum. O kadında çok malzeme var ve ben onun tüm karakterini verebilirim". Avşar sinemada çok mütevazı olduğunu, sinemaya Hülya Avşar olarak değil, sıradan bir oyuncu olarak yaklaştığını söylüyor. Sinemada istediği yere gelemediğini kabul ediyor: "-Çok zor ve sıkıntılı dönemine denk geldim. Asla sinemadan para kazanmadım, hala da kazanmıyorum. Sinemaya bir anne evladına nasıl hizmet eder öyle hizmet ettim, hala da edebilirim. Benden sonra pek sinema oyuncusu gelmedi ve bu da benim kıymetimi ortaya çıkardı. Oyunculuk açısından kendimi çok beğeniyorum, yani bu konuda tevazu göstermiyorum". Bu arada "Salkım Hanımın Taneleri"nde kendisine önerilen rolün Zuhal Olcay'ınki olduğunu, ama daha küçük bir rol olan deli Ermeni kadınını kendisinin istediğini söylüyor: "Tomris Giritlioğlu'yla çok takıştık, ama oldu. Sonra bir ay Ermeni şivesi için ders aldım". Yavuz Turgul ve Ferzan Özpetek'e resmen gidip rol istediğini söylemekten kaçınmıyor: "-Turgul'a öyle rica ettim ki...Sonunda "Gönül Yarası" önüme geldi ama Zehra artık büyümüştü, 8 yaşındaydı. Onu yalnız bırakıp Anadolu'ya gidemezdim. Hayır dedim. "Eğreti Gelin" rolünü de o yüzden kaçırdım". Ben hayret edince, şöyle diyor: "- Ben çok özveride bulundum. Yıllarca sinemada kovaların içerisinde damla damla su biriktirip yıkandığım, böcekler içerisinde uyuduğum günleri biliyorum. Sinema için ölüyordum: Karnımda fünye patladı. Ama şimdi kızım, sinemadan daha önemli". Eleştirileri okuyor mu?" -Evet, tabii. Sizi özellikle okur ve önem veririm. Beni kendime getirdiği zamanlar oldu. Ama beni az ısırmadınız". Avşar'a onu hiç 'ısırmadığımı', böyle bir niyetimin de hiç olmadığını anlatmaya çalışıyorum!... Avşar 'güzel bir kadın' olmasının sinemada bir handikap olduğunu düşünüyor: "-Güzelliğim başka alanlarda belki işe yaradı, ama sinemada asla. Hele ilk yıllarda". Ve geliyoruz aydınlar meselesine... Avşar'ın onu hiç sevmediğini iddia ettiği, kendisinin de hoşlanmadığını belli ettiği o 'enteller' zümresi. Nedir Avşar'ın aydınlarla alıp veremediği? "- Onlarda hep yargısız infaz var. Hep onlar okuyor, onlar görüyor, yaşıyor. Çiçek Bar'da sürekli politika ve sanat tartışıyorlar, ama biz o ekibe katılmadığımız için ne okuruz, ne biliriz. Para için, zengin erkek peşinde koşan beyinsiz güzel kadınlarız. Bir aralar Müjde Ar için de böyle denirdi, ama o sonra entel takıma katıldı ve kurtuldu".
SAHNEYE YAKIŞIYORUM Peki tüm aydınlar böyle mi, içlerinde hiç olumluları, ülke kültürüne büyük katkıda bulunanları yok mu? "-Benim haddime düşmez, bu tür insanlara saldırmak. Ama aydınlar kendi kabuklarından çıkıp topluma hizmet etmeli. Kendi köşesinde bohem yaşayanlardan topluma fayda gelmiyor. Onlar etraflarına ışık saçmalı. Bu da popüler kültüre ve popüler olan herşeye saldırmakla olmaz. Bizim aydınlarımız maalesef kendilerine aydınlar. Yani mum dibini aydınlatmaz diye bir şey vardır, tam onlar için". Avşar sahnesini ve sesini de çok beğeniyor: "-Sahnede kendimi çok başarılı buluyorum, bir kere sahneye çok yakışıyorum. Ben de çok eğleniyorum. Sesimi de çok beğeniyorum, bağırmak yerine, kısık ve boğuk sesimle şarkı söylemekten ve kendi sesimi de dinlemekten de çok zevk alıyorum". Avşar'da tam bir narsisizm hali görüyor ve bunu söylüyorum. Katiyen hayır demiyor: "-Öyleyim galiba, ne yapayım... Kendimi çok beğeniyorum. Kadın olarak, güzellik olarak. Ve zeka olarak. Çok pratik bir zekam ve çok büyük bir algılama gücüm var. Yani beş sene sonrasını algılayabilecek bir güce sahibim, onu Allah verdi herhalde. Çok hızlı hareket ediyorum, herkesin bir saat sonra varabileceği sonuca ben on dakikada varabiliyorum. Yanlış anlamayın ne olur, hani kendimi övmek, başkalarını aşağılamak anlamında değil, ama bunlar var yani". Avşar, medyanın da kraliçesi olduğunu söylüyor: "-Geçen gün hesapladım, yaz tatilinde 6 ay boyunca hergün haberim çıkmış basında. Hiç aralıksız". Ben de "-Ne güzel, hiç Hülya Avşar'sız kalmıyoruz, Allah eksikliğinizi vermesin" diyorum. Avşar kızının ilerde mimar olmasını istiyor. Ama Zehra'nın gözü veterinerlikte imiş!...Ve Türkiye'nin güçlü kadını, sadece üç gerçek arkadaşı olduğunu ekliyor. Üçü de hanım elbette...Telefonlarına asla kendisi çıkmıyor, akşamları evde saat 6'dan sonra telefonlar prizden çekiliyor ve ona hemen hemen kimse ulaşamıyor. Medyanın kraliçesi, her günün kadını olmanın ve peşinde hep bir basın ordusuyla gezmenin karşılığını, yalnız ve sakin ev akşamlarıyla ödüyor. Bu da belki ödenmesi gerekli bir bedel, "şöhretin bedeli"...
|