Gerçeğin dili
Bir olayın nasıl anlaşıldığında, bir sorun varsa onun nasıl çözüleceğinde hangi dilin nasıl kulanıldığının büyük payı var. Türkiye diline hayli özensiz bir ülke. Halbuki dil meselesine, dilin arkasındaki düşünce mekanizmalarına ve geleceğimizi hangi dille kurulacağına fazlasıyla dikkat edilmesi gereken bir dönemden geçiliyor. Ruhundaki faşizan dürtüleri teorik dille yazıya döken amatör psikologlardan, en azgın milliyetçilere Kürt meselesinde ırkçılık sınırlarını iyiden zorlayan bir dil oluştu. Karşıtını oluşturan Kürt milliyetçi söylemiyle birlikte ortalığa giderek egemen olmaya başlayan. Halbuki Şemdinli'ye giden Milliyet gazetesi yazarı Ece Temelkuran'ın vurguladığı gibi Kürt meselesi aşılabilecekse, tarafların dillerini kökten değiştirmeleri gerekecek Nobel edebiyat ödülünü alan Harold Pinter'in kabul konuşmasının ana mesajlarından biri de dille ilgiliydi. Pinter ABD'nin uluslararası alandaki davranışlarını, sicilini ve Irak Savaşı'nı olabilecek en sert şekilde eleştirdi. Bunu yaparken de edebiyatın dili ve gerçek anlayışıyla siyasetin gerçeğe bakışı ve dili arasındaki farkları vurguladı. Pinter'e göre sanatta "gerçek olanla olmayan arasında kesin farklılıklar yok. Doğru olanla yanlış olan arasında da. Bir şey ille de doğru ya da yanlış olmak zorunda değil, aynı zamanda hem doğru hem yanlış da olabilir yani sanatta dil hayli muğlak bir işlemdir ancak gerçeğin aranması da asla durmaz. Nihayetlendirilemez, ertelenemez. Onunla yüzleşilmesi gerekir."
Yalan üzerine kurulu savaş Siyasette ise dil farklı bir işlev görür zira "siyasetçilerin çoğunluğu gerçekle değil iktidarla uğraşır. İktidarı muhafaza etmek içinse insanların cehalet içinde kalmaları, gerçek konusunda hatta kendi hayatlarının gerçeği karşısında cahil kalmaları gerekir." İktidarın dili sadece yalanlara dayandırarak kullanması olgusu Bush yönetiminde doruğa çıktı. George Orwell'in 1984 adlı romanını anımsatacak şekilde kelimeler ve kavramlar çarpıtıldı. Yalan üzerine kurulu savaş gerekçesi giderek hukukun hukuksuzluk niyetine, özgürlük aşkının özgürlüğün iğdiş edilmesi amacına yönelik kullanılmasını getirdi. Dünyaya demokrasi ve insan hakları armağan edecek olan Amerikan yönetimi Ebu Gureyb, Guantanamo, CIA'nın seyyar işkencehaneleri ve daha pek çok yoldan bu ilkeleri zedeledi. ABD'nin inanılırlığını, yaptıklarının meşruiyetini yok etti. Tam bu noktada ise Pinter'in acımasız ABD eleştirisinin görmezden gelmediği bir başka refleks devreye girdi.
İşkence mağduru senatör Amerikan Senatosu uzun bir kış uykusundan sonra kendisi de Vietnam'da esir tutulduğu beş yıl boyunca tarifsiz işkencelerden geçmiş John McCain önderliğinde Bush'un işkenceyi meşrulaştıran siyasetine bayrak açtı. Perşembe günü İngiliz lord yargıçları işkenceyle alınan ifadenin kabul edilmeyeceğini karara bağladı. Zor ve ağır dönen demokrasi çarkları nihayet Batı'nın demokratik duyarlılıkların dilinin ses bulmasını sağladı. Pinter'in "bizim ahlaki duyarlılığımıza ne oldu, ya vicdana... Başkalarının eylemlerinde de var olan ortak sorumluluğumuzdan kaynaklanan vicdana? Bunların hepsi öldü mü?" sorularına da bu şekilde henüz tam tatmin edici olmasa bile cevap verilmeye başlandı. Herkesin dilini yeniden kurması gereken Türkiye'de ya da dünyada Bush yönetimi ve onu destekleyenlerin dilinden öğrenilecek bir şey yok. Buna karşılık insanlığın büyük acılardan geçerek oluşturduğu yeni bir dili, eşitlik, haklar, hukuk ve özgürlük dilini kullanma mücadelesi verenlerden öğrenileceklerse epeyce fazla. Tıpkı Pinter'den olduğu gibi.
|