| |
|
|
Düşünce hayatımızdaki Ortadoğulu esinti...
Gelişmemişliğin ekonomik ve sosyolojik sayısız ayıracı var. Ancak özellikle Ortadoğu'da görülen gelişmemişliğin en fazla yansıma gösterdiği alan "Siyasi düşünce"dir. Örneğin topraklarından neredeyse petrolün fışkırarak çıktığı Ortadoğu ülkelerinde halk kitleleri neden yoksuldur ve baskı altındadır? Petrol paraları ile neden despotik rejimler fonlanır? Aynı dini inanca sahip Ortadoğu ülkeleri, neden sürekli birbirleriyle kavgalıdır? Eğer Ortadoğulu bir siyasetçi veya yorumcu iseniz, "Biz nerede hata yaptık" sorusuna cevap arayacak yerde, "Bizim geri kalmışlığımızın nedeni emperyalizm ve siyonizmdir" diyerek, her şeyi bir kalemde halledersiniz. Türkiye'yi içinde bulunduğu coğrafyanın siyasi düşünce ortamından farklı kılan en büyük özellik, yakın zamanlara kadar "Özeleştiri yapabilme yeteneği ve cesareti"ne sahip olmasıydı. Bu nedenle "Batı"ya "Emperyalistler" olarak değil "Müttefiklerimiz" olarak bakabildik. Bu nedenle topraklarımızın altına değil, emeğimize güvendik. Kadrolarımızı yetiştirdik, sanayimizi kurduk, her alanda reformlar ve hamleler yaptık. En önemlisi de, kendi halkımıza güvendik ve kararlı biçimde "Demokrasi" yolunda ilerledik. Şimdi de AB'nin Kopenhag Kriterleri'ne tam uyumu gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Ancak siyasi düşünce hayatımızda hiç gereği olmadığı halde Ortadoğu'ya özgü rüzgarların eskisinden daha hızlı esmeye başladığı görülmekte. Batı'nın büyük devletlerine karşı Kurtuluş Savaşı veren Türkiye, bu savaşın ertesinde Batı'nın alfabesini, hukukunu, siyasi modelini benimseyerek, kendini Ortadoğu coğrafyasının yan etkilerinden kurtarmıştı. "Yeni Türkiye", Osmanlı'yı hangi dış güçlerin çökerttiğini aramak yerine, tarihi aynı hatalarla yeniden yaşamamanın yollarını bulmaya çalışıyordu. Atatürk sonrası siyasetçiler de bu anlayışı sürdürdü. İnönü demokrasiyi ekledi Cumhuriyet rejimine. Seçilmiş hiçbir politikacı Mısır'ın Nasır'ına, Suriye'nin Irak'ın Baas'çılarına özenmedi. İç ve dış konjonktürün esintileriyle darbe yapan cuntacılar bile, ilk hedeflerini, "Demokrasiye dönmek" şeklinde açıklamak zorunda hissettiler kendilerini. Ancak nedense son dönemlerde, Türk siyaset ve düşünce hayatında Ortadoğulu bir kırılmaya tanık olmaktayız. Bu kırılma sonucu, Türk sosyal demokratları bile, bundan sonra yapılması gerekli reformları gündeme getirmek yerine, gelişmemiş dünyanın gerçeklerden kaçış yöntemi olan "Bizi dış güçler bu hale getirdi" söylemine sarılıyor. Yabancı sermaye düşmanlığı, AB karşıtlığı, anti-Amerikanizm, anti-Semitizm gibi olgular, birbirleriyle kaynaşık biçimde sağı solu belli olmayan bir sözde "Ulusalcı Cephe"yi oluşturuyor. Oysa Türkiye'nin bundan sonraki gündeminin öncelikli maddeleri, daha fazla özgürleşmek, şeffaflaşmak, dünyaya açılmak, müttefikleri ile daha fazla kaynaşmak ve komşularının tümü ile barışçı ilişkiler kurmaktır. Daha özgür ve tabuları azaltılmış bir ortamda, yurt ve dünya koşullarını cesaretle tartışıp sorunlarımıza çözüm üretebilirsek, Türkiye 21'inci Yüzyıl'ın dünyasında gerçekten bir güneş gibi doğacaktır. Ama eğer "Osmanlı'yı da Düveli Muazzama çökertmişti. Şimdi de bunlar bizi bölmek istiyor" yaklaşımı ile yapmamız gereken reformları yapmaz ve müttefikimiz ülkeleri "Dış Düşmanlar", Cumhuriyet'in, demokrasinin, kalkınmanın kaynağı olan halkı da "Şeriatçılar, Bölücüler, İşbirlikçiler" vb. klişelerle "İç Düşmanlar" olarak kategorize edersek, işimiz çok zorlaşır. Siyasetten, bizi birleştiren öğelerin ön plana çıkarılmasını ve dünyadaki düşmanlarımızın değil dostlarımızın sayısının artırılmasını bekliyoruz.
|