Ağlamak güzeldir!
Artık, herkes kabul ediyor ki, bu filme gidip de ağlamayan tek bir kişi bile yok... Ve yine herkes kabul ediyor ki; bu filme gidip de ağlamayacak tek bir kişi de olmayacak. Gitmeyenlerden biri, bana şu "tuhaf" soruyu sordu: "Sen de ağladın mı?" "Elbette!" yanıtı yeterli gelmemişti ki, ardından daha da "tuhaf" olan ikinci soru geldi: "Peki ağlarken seni kimse gördü mü?" Güler misin, ağlar mısın? Lâkin... Bu soruya ne güldüm, ne de ağladım... Ama düşündüm uzun uzadıya... Ağlamanın, daha doğrusu duygularını olanca açıklığıyla dışa vurmanın erkekler dünyasında "zayıflık" olduğu bir kültür müydü bizim kültürümüz? Kadınlar rahatlıkla gözyaşlarını bırakıverirken göz pınarlarından... "Erkek milleti"nin beyinlerini "asrın kuraklığı"na zorlamaları nedendi? Ya da zorluyorlar mıydı gerçekten? Öyleyse şayet... Bilmek gerekirdi ki... Yağmuru durduramazdınız işte, bulutlarınız yüklenmişse kendi gökyüzünüzde... Durmuyordu da zaten... Evet... "Babam ve Oğlum" filminde, ben de herkes gibi, güldüm ve ağladım... Herkesin içinde... Herkesle birlikte... Gülmekten utanmadığım gibi, ağlamaktan da utanmadım katıla katıla... Zaten kimse görmedi, göremeyecek kadar kapanmıştı herkes kendi yüreğinin en derinine... Öyle...
 Film herkes için ne anlatıyordu, benim için ne? Cevabı filmin hikayesinde... Artık herkesin kabul etmesi gerekir ki, Türk sinemasının "usta"ları arasına adını daha çok genç yaşında, iki filmiyle yazdırmayı başaran bir yönetmen Çağan Irmak... 1970 doğumlu... 12 Mart Muhtırası'nda bir yaşında yani... Yaşayanların anlatamadığı bir dönemi; kamerasıyla adeta nakşediyor, hem beyaz perdeye, hem de ekrana... Ekran dememiz lafın gelişi değildir: Babam ve Oğlum'da yaptığını, aynı ustalık ve duyarlılıkla "Çemberim Gül Oya"da da başarmıştı Irmak... Ve 12 Mart dememiz sözün gelişi değildir: Bir yanılsamayı düzeltmek içindir aslında. Çoğu kişinin algıladığı gibi, ne "Çemberimde Gül Oya", ne de "Babam ve Oğlum", kapsadıkları ve anlattıkları dönem açısından birer "12 Eylül" hikayesi değildir. 68 kuşağının ve öncesiyle-sonrasıyla 12 Mart döneminin romanıdır her ikisi de... Sözgelimi "Babam ve Oğlum"da, film "12 Eylül sabaha karşı" başlar gibi görünse de; "Baba"yı "ateşinde ve örsünde" döven acılar, 12 Mart döneminde yaşanmıştır. Aslında ülkenin yakın tarihinde, şu "12'ler", kanlı kilitlerle zincirlidir birbirine... Çağan Irmak'ın asıl amacı da "dönem filmi" çekmek değildir, bu besbelli... Ama 12 Mart'tan 12 Eylül'e; darbeler kıskacındaki Türkiye'de, -ki bu başka bir ülke de olabilirdi, fark etmezdi- "insana dair bir şeyler" söylemektir... "İnsan"ı söylemektir tepeden tırnağa... Söylüyor da, gülen ayva, ağlayan nar şiddetinde... Öyleyse, ne önemi var 12 Mart ya da 12 Eylül olmasının diye soranlar olursa ki... Ki vardır mutlaka... O da bize kalsın işte, bize kalsın... Vardır bir sebebi, karanlıkta içimize döktüğümüz gözyaşlarının...
|