|
|
Abdullah Gül: "Şerbet sunsak zehir zannediyorlar!"
Cuma akşamı Ankara'da Dışişleri Bakanlığı Konutu'nda son derece ilginç bir toplantıya davetliydik. Davet sahipleri Avrupa Birliği'ne uyum sürecinde iletişim meselelerini yönetmek üzere yola çıkmış olan üç bakandı: Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı ve Baş Görüşmeci Ali Babacan ve Devlet Bakanı Prof. Dr. Beşir Atalay... Benim dışımda dört kişi daha yemekli toplantıya davet edilmişti: Fehmi Koru (Yeni Şafak), M. Ali Birand (Posta ve Kanal D), Mustafa Çelik (Kanal 7 Gn. Yay. Yönetmeni), Nuri Çolakoğlu (Doğan Yayın Holding), Zeynep Karahan Uslu (Ak Parti İstanbul Milletvekili). Toplantıya konuşmalardan ayrıntılı notlar alan Gül'ün Danışmanı Ahmet Sever de eşlik etti. Üç Bakan bu tip dar çevreli 'istişare toplantılarını' sürdürmeyi düşünüyor. Bu ilk toplantı, dört saat sürdü. Konut kapısında arabaları beklerken kendi kendime sordum: "Hay Allah, yahu şunu da söyleseydim keşke, diyebileceğim bir şey kaldı mı?" Yanıt çok açıktı. Hayır! Övgü yergi olarak bu sütunlarda daha önce yazdığım ve yazmadığım, dilimin ucuna gelen her şeyi söylemiştim. Bu diğer katılımcılar için de geçerliydi. Üç Bakan da sabırla söylenen her şeyi dinlemişlerdi. Keşke firmaların yöneticileri de iletişimcileri bu kadar dinleyebilselerdi... Pekiyi, konuşmanın ekseninde ne vardı? İlişki Yönetimi ile gelinebilecek en iyi noktaya varılmıştı. 3 Ekim sonrasında ise uzun bir süreç başlamıştı. Bu dönemde tabii ki müzakere sürecinin gereği olan "kamusal ilişkiler" (public affairs) çalışmaları yapılacaktı. Ama asıl hedef Türkiye'nin AB halkları nezdinde algısını yönetmek olmalıydı. Burada da iki sorunun aşılması gerekiyordu. Bir: Türkiye'nin 'gerçekteki' gerçekliği ile AB'de algılanan gerçekliği arasındaki uçurum kapatılmalıydı. İki: Ülke içinde yanlış bilgilenme ve açık iletişim eksikliği nedeniyle zaman zaman oluşan ve bazı çevrelerce oluşturulmaya çalışılan AB'ye entegrasyon yolunda kendi benliğimiz, çıkarlarımız ve değerlerimizden vazgeçiyormuşuz şeklindeki izlenim düzeltilmeliydi. Bir de Sayın Başbakan yardımcısının altını önemle çizdiği bir husus vardı: AK Parti tarafından altın tepside şerbet, şarap, su bile sunulsa, bazıları bunun zehir olabileceği şeklindeki peşin yargı içindeydiler. Medya AB konusunda uzmanlık düzeyinde bilgili değildi. Bu yüzden gelişmeleri anlamak ve yorumlamakta zorluk çekiyordu. Belli bir program çerçevesinde eğitilmeleri iyi oldu. Ak Parti'nin AB konusunda attığı adımlar, daha doğrusu Türkiye'nin gelecek tasarımı doğrultusunda içinden geçilen transformasyonda elde ettiği başarılar beklenen karşılığı göremiyor ya da bir şekilde karalanıp duruyordu. Yani hem dışarıya hem de içeriye karşı 'algılama yönetilmeliydi'. Ama nasıl?.. Bizim dile getirdiğimiz görüşler özetle şöyleydi: 1. Gündemi siz yönetmezseniz, 'konu yönetimi' ilkelerini uygulamazsanız ve iletişimi ortak mesajlarda aynı yöne kilitlemez, koordine etmezseniz, bunu başkaları yapar. O zaman da kaosun ve algılamanın istemediğiniz yerlere gitmesinin önüne geçemezsiniz. 2. İlişki ve iletişim yönetimini birbirine karıştırmamanız, aynı şekilde iletişim mimarlığı ile iletişim mühendisliği arasında bir ayrım yapmanız gerekir. Soru, "Ne yapmalı?"dan önce "Nereden başlamalı?" olmalıdır. Başlanacak yer de iletişim mimarlığıdır, iletişim mühendisliği değil. Ne yapmalı sorusunun mühendislik yanıtı, tüm 'marketing PR' kitaplarında vardır. Hepsi 36 başlık altında toplanmıştır. Sergiler, yarışmalar, filmler, müzeler, kitaplar, sponsorluklar, basın gezileri, elçiler, sözcüler, Türkiye'ye gelen turistleri etkilemek vs. İletişim mimarlığı ise Türkiye'nin marka ruhunun ve vaadinin yeniden gözden geçirilmesi ile başlar. AB halklarına Türkiye ne vaat etmelidir? Turizm pazarlaması burada çok alt iletişim araçlarından biridir. Eşyanın tabiatı gereği sadece rasyonel fayda boyutu vurgulandığı için bazen ters bile tepebilir. Algılanma çok kırılgandır. En ufak krizde tersine dönebilir. 3. Türkiye'nin marka vaadi Türkiye'nin gerçeklerinden çıkar. Burada 'mış' gibi yapılamaz. "Biz aslında sizin gibiyiz", şeklindeki bir yaklaşım ters teper. Çünkü biz onlar gibi değiliz. Tersine onlardan farklılığımız, AB halklarına bir zenginlik gibi sunulabilir. Bu işi yaparken de kendi kültür ve değerlerimizden vazgeçmek kesinlikle gerekmez. Hedef AB halkları olacağı için elit sanatın yanında belki de daha çok kadar popüler kültür araçlarından yararlanılabilir. Pop klasiği haline gelmiş Sezen Aksu, dünyanın önünde eğildiği Anadolu Ateşi gibi modeller çoklanarak iletişim aracı olarak kullanılabilir. 4. Bu iletişim çalışması kısa vadeli bir şey değildir. Bu yüzden doğru modellenmesi ve yönetilmesi gerekir. Bazı Avrupa ülkelerine odaklanmak, TRT İNT'in yapısını değiştirmek, gibi hemen hareket edilecek noktaların dışında sağlam bir konseptle yola çıkmak yerinde olacaktır. 5. Bu çalışmada hem içeride hem dışarıda özel sektör STK'lar devlet üçgenini doğru çalıştırmak gerekir. Bu da bir konsept ve süreç yönetimi meselesidir. Devlet burada liderlik, kontrol, yönlendirme görevlerini üstlenmeli; kendi koyacağa kaynaklar kadar kendi dışında kuracağı ittifak ve kontaklarla yeni kaynaklar yaratma yoluna gitmelidir. Anlaşıldığı kadarıyla, hükümet iletişim meselesinde düğmeye basmaya hazır. Telaşı da yok. Üç Bakan'ın yönetiminde dar bir kuruldan oluşacak bir yapı ile uzun vadeli bir strateji, planlama ve uygulama sürecini başlatmaya hazırlanıyorlar. Gül net bir şekilde ifade etti: "Ne gerekirse yapacak, ne kadar kaynak gerekirse ayıracağız!" Ayrıca Bakanlar Kurulu toplantısına değişmez gündem maddesi olarak koymuşlar. Her Bakan kalkıp AB süreci ile ilgili neler yaptığını anlatmak durumundaymış. Yani yakın takip var... Cuma akşamı toplantıda üç Bakan -tabii ki Başbakan Erdoğan'ın rızası ve desteği ile- sergiledikleri tavır ve yaklaşımları sürdürülebilir bir stratejiye dönüştürür; düşündüklerinin yarısını gerçekleştirecek zemin bulabilirlerse; bir zamanlar büyük başarıyla uyguladıklar 'istişare ikna ittifak' stratejisini bu alanda hayata geçirebilirlerse, bugüne kadar zaman zaman dile getirdiğim 'iletişim özürlülüğü' ve 'kendi ayaklarına ateş etme' eleştirilerini geri almaya hazırım.
|