Umut?
Bazı olayların tam anlamı ve tüm sonuçları hemen ortaya çıkmaz. Tıpkı Sovyetler Birliği'nin çökmesinin stratejik sonuçlarının zamana yayılarak anlaşılması gibi, 11 Eylül saldırılarının ve Irak Savaşı'nın ne türden gelişmelerin önünü açtığını kavramak da zaman içinde mümkün olacak. Geçen iki hafta içinde İsrail'de yaşanan siyasi gelişmeleri de bu çerçevede değerlendirmek mümkün. Bir yanıyla mart sonunda erken seçime gidilmesine yol açan siyasi manevralar büyük acılara yol açan İkinci İntifada'nın sonucuydu. Gerek İsrailliler, gerekse Filistinliler aralarındaki meselenin şiddet yoluyla çözülemeyeceğini, yani birbirlerini pes ettiremeyeceklerini, kan oluk gibi aktıktan ve iki taraf da enerjilerini tükettikten sonra anlamışlardı. Diğer yanıyla ise Irak Savaşı'nın ardından İsrail'in kaygı duyacağı bir Doğu Cephesi'nin kalmaması ülkenin gündeminin yavaşça da olsa değişmeye başlamasını sağlamıştı.
Arap kökenli İsrail parti lideri İsrailli gazeteci Aluf Benn'in yazdığı gibi İntifada'nın ağır bedeli ve Irak Savaşı'nın sonuçları "İsrailliler'in topografyadan çok demografiyi birincil güvenlik sorunları olarak görmeye başlamalarına yol açmıştı." Arap devletlerinden artık kendisine yönelik bir tehdit gelmeyeceğine inanan İsrail, Filistin topraklarında Yahudi nüfusun azınlıkta kalacağı bir işgal politikasını sürdürmek istemeyecekti. Bunu sürdürmesi ya Yahudi Devleti ya da demokratik olma iddiasından hatta belki her ikisinden de vazgeçmesi sonucunu getirebilirdi. İsrail İşçi Partisi'nin başına Fas kökenli bir sendika liderinin geçmesi bu bakımdan yaşanmakta olan dönüşümün önemli bir göstergesiydi. Amir Peretz'in başkanlığıyla ilk kez bir Arap Yahudisi büyük partilerden birine başkan oluyordu. Bu seçimi Şimon Peres'in kaybetmesiyse devleti kuran partinin artık kendisini kurucu neslin sultasından kurtardığının da bir işaretiydi. Amir Peretz'in seçilmesini biyografisinin de ötesinde önemli kılan ise Filistinliler'le barış yapmayı temel hedef olarak ilan ederken, İsrail'in Filistin kökenli vatandaşlarının partileriyle işbirliğinden kaçmayacağını da vurgulamasıydı.
İlhak ve mülteci sorunu... Bunun yanısıra kuruluş döneminin eşitlikçi ilkelerinden çok uzağa düşmüş bir İsrail'e bu ilkeleri hatırlatması ve önceliği fakirlikle savaşa veren bir program sunması kayda değerdi. Hele İsrail'in Batı Şeria'da inşa ettiği yerleşimlere giden paranın fakirlerin cebinden çıktığını hatırlatması, güvenlik ve yayılmacılık siyasetlerine karşı da hayli radikal bir tavır anlamına geliyordu. Çoğunluğu fakir olan ama genelde sağcı partilere oy veren Arap Yahudileri'nin oyunu bu şekilde kendi partisine çekmeyi başarmak ise Peretz'in başlıca hedefi olacaktır. Tarihin ilginç cilvelerinden birisi de Peretz'in mart sonunda yapılacak seçimlerde Ariel Şaron ile hükümet ortağı olma ihtimalinin yüksekliği. Tüm hayatını Filistin milli varlığını ve emellerini ret üzerine kurmuş Şaron, yukarıda değinilen dinamiklerin de etkisiyle Filistin'in tümüne hakim olma sevdasından vazgeçti. Kendi teşvikiyle ve gözetiminde kurulan yerleşimlerde yaşayanların Gazze'den çekilmelerini sağladı. Bundan sonrasında da kurucularından olduğu Likud Partisi'nden ayrılarak başlattığı süreci devam ettirecek. Peretz'in aksine Şaron'un kafasındaki çözümün ne olduğu tam belli değil. İsrail'in sınırları nasıl tanımlanacak, İsrail'in ilhak ettiği Kudüs'ün ve Filistinli mültecilerin statüsü ne olacak bilinmiyor. Gene de ortalıkta bir umut ışığı belirdi. Şimdilik söylenecek tek söz bundan sonraki adımların aceleye getirilmeden ve başta ABD, dünyanın yapıcı katkısı alınarak atılması gerektiğidir.
|