| |
|
|
Devlet perakendeci perakendeciler de toptancı oldu
İstanbul'daki Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı'nda iki gündür devam eden "Perakende Günleri"nde ben de konuşmacıydım. Hemen her gün siyasetle ilgili konulara değindiğim için, "Perakende"ye ilişkin konuşmamı hazırlarken de aklım bir soruya takıldı: - Devlet bir toptancı mıdır, yoksa perakendeci midir? Konuyla ilgili kitapları, belgeleri karıştırıp, arşivlere inince devletle perakendecilik arasında çarpıcı bir paradoksal ilişki dikkatimi çekti. Şöyle ki: Ulus devletler modern çağa uyum gösterme sürecinde giderek toptancılıktan perakendeciliğe kaymakta. Bunun bize yansımalarını en son "Üst kimlik-Alt kimlik" tartışmalarında da görmedik mi? Artık siyasetçilerin "70 milyon kişiyiz" diye başlayan söylemlerine, o 70 milyonun "Bireyler"den oluştuğu bilinciyle devam etmeleri gerekiyor. Sade etnik kimlikleri, dinleri, bölgeleri vurgulamak yetmiyor. Neredeyse bireylere inen bir siyaset anlayışının dünyası olması gerekmekte. Eskiden böyle miydi? Türk vatandaşları, Müslümanlar ve gayrimüslim azınlıklar diye ikiye ayrılırdı. Bir de bugüne bakın. Müslüman tanımı yetmiyor. Sünni mi, Alevi mi diye de soruluyor. Sünni ise mezhebinden öteye tarikat bağlantıları da anlaşılmaya çalışılıyor. Örneğin Nakşi mi, Nurcu mu gibi.. Bunların da alt bölünmeleri var kendi içlerinde. Kadınlar başı örtülü ve başı açık diye ikiye ayrılıyor mesela. Oysa perakendecilikte, bunun tersine bir gelişme var. Bizim alıştığımız perakendeci, ya bakkaldı ya manav ya da kasap veya aktar. Bakkal hem tüketicinin günlük gereksinmelerini karşılardı, hem de kredili satışlarla "Örgütlenmemiş finans piyasası" işlevini yüklenirdi. Mahalle bakkalına güvenen tüketiciler toptan alışveriş yapmazlardı. Memurlar aybaşında hesap kapatacakları için, ailenin nakit akım tablolarına daha az endişeyle yaklaşırlardı. Bir de bugüne bakın. Süpermarketler ve hipermarketler, raflara yığılmış mallarıyla hizmetimizde. Bakkalın hesap defterini kredi kartları almış durumda. Tekerlekli arabaları doldurup bir aylık ihtiyacınızın stokunu yapabiliyorsunuz bu marketlerde. Tüketiciyle ürün arasındaki aracı, eskiden bakkaldı. "Deterjan istiyorum" dediğiniz zaman dükkânda hangi marka varsa onu uzatırdı size. Pilavınızın pirincini o seçerdi. Şimdi pazarlamayı televizyon reklamları yapıyor. Tüketicilere, kapıldıkları markayı marketin rafları arasından bulmak düşüyor. Perakende kuramcıları, "Müşteri" kavramını bireyselleştirmenin yöntemlerini aramakta. Ama bu çok zor. Rafların arasında dolaşıp duran o kalabalık içindeki insanlara birer birer yaklaşacak ne vakit var, ne de yeterli sayıda personel var. Devletle perakendecilik arasında böyle bir paradoksal süreç yaşandığı dikkatimi çekti konuşmamı hazırlarken. Devletin ve siyasetin perakendeci, perakendecilerin ise toptancı oldukları bir çağda yaşadığımı fark ettim.
|