Medyatik aşklar, kadın ve dayak..
"Deniz'le 1 yıldır Beykoz'daki evimde yaşıyoruz.. Geçen pazar arkadaşı Güzide'ye gitmişti.. Saat 22.30'da arayıp yarım saat gecikeceğini söyledi.. Ama eve geldiğinde saat sabahın 3'ü olmuştu.. Körkütük sarhoştu.. 4 saattir nerede olduğunun açıklamasını yapamadı.. Ağza alınmayacak küfürler etti.." Murat Aslan isimli playboy olup olmadığını bilmediğim genç, Deniz Akkaya'yı o geceden 3 gün sonra eşyalarını vererek evden gönderiyor... Müthiş aşklarını nihayete erdiriyor.. Deniz Akkaya Ayşe Arman'a, Murat Aslan'dan olduğunu kasttetiği, Osmanlı tokadı yediğini, yüzünün morardığını, sol kulağının bir süre duyamaz hale geldiğini anlatıyor, harikulade dramatik ifadelerle.. "Artık susmamak gerek.." diyor, "Bugüne kadar eski sevgililerimden çok dayak yedim hep sustum.. Artık susmamak gerektiğini öğrendim.." Ne güzel!.. Bilinçlenmek, bu yaştan ve bu şöhretten sonra bile olsa ne hoş, ne mükemmel!..
"Susma.. Sustukça sıra sana gelecek.." sloganını hayata geçiriyor Deniz Akkaya!.. Müthiş bir sanatçı olarak toplumun bir adım önünde, toplumu bilinçlendiriyor!.. Ayşe Arman fiştekliyor: -Hâlâ inanamıyorum.. Senin gibi bir kadın nasıl dövülebilir?.. O da cevap veriyor: -Dövülüyor işte.. Elinin tersiyle bir patlatıyor.. Elinin tersiyle bir patlatıyor!.. Hülya Avşar'ın horlama sesiyle, sanatçının da horlayabileceğinin bilincine varan toplum, Deniz Akkaya'nın yediği Osmanlı tokadıyla, sırım gibi bir mankenin dövülebileceğini kavrıyor.. Kadın ve dayak gibi, toplumun belki de en ağır yarası, yüz binlerce kadını kıvır kıvır kıvrandıran dehşetini yaşatan, ağlatan, geceleri uyutmayan, kâbuslarla uyandıran barbarlık, Deniz Akkaya denilen kadının, sabaha karşı 03.00'te alkollü geldiği evde, sevgilisi tarafından yediği tokatta tartışılıyor..
Tokat iddiası gazetede hakkettiği manşeti buluyor.. Üstelik "Aile içi şiddete son" diye müthiş etik bir başlıkla... Deniz Akkaya'nın yediği ya da yemediği tokat, bir anda bir kampanyaya dönüşüyor.. Bu kadının, daha önceki sevgilisi Okan Bayülgen'i Akmerkez'in ortasında tokatladığı hatırlanmadan.. Birkaç yıl önce cayır cayır yanan cipinin yanında ağlarken Türkiye'nin karşısına çıktığı anımsanmadan.. Cip yakan kadının, bir süre sonra o cipin tanıtımında rol aldığı, kaale alınmadan.. Yıllarca dayak yediği halde hangi saiklerle beraber olmaya devam ettiğini mütalaa etmeden... Uluslararası çapta medyatik bir portföyün sahibi hanımefendi, Türkiye'de kadın ve dayak isimli en ağır sorunun konu mankeni oluyor.. Bu konu mankeni kadın Türkiye'de, kadınları ağlatan, geceleri uyutmayan, kâbuslar gördüren en ağır ve barbar sorunun sembol mağduru olarak fotoğraflara poz veriyor..
"Sevgililerimden yediğim dayakları hep gizledim" manşetiyle.. Mağdurun mağduru bir edayla.. Bu dayakları yediyse, bugüne kadar niye sustuğu, Osmanlı tokadı açıklamasının Murat Aslan tarafından, o geceden sonra evden gönderilmesiyle, ne gibi bir ilişkisi olduğu sorularının yanıtını meçhul bırakarak.. Yediği tokatta mı, ettiği küfürlerde mi, yoksa bu çapta uluslararası çapta medyatik bir portföyle ilişkilerinde yaşadığı dramlarda mı, nerede nerede en çok kadınlık ve insanlık onuru zedelendi?.. Bu sorunun cevabını da müphem bırakıyor.. Gözümün önüne, gözleri morarmış, dayaktan feleği şaşmış, barbar adamların ocağına düşmüş, nice nice kadınlar geliyor.. Çaresiz, yıkılmış, ürkek.. Sonra Kadın ve Dayak sorununun duyarlı sesi, toplumun bir adım önde gideni, müthiş sanatçı Deniz Akkaya'ya bakıyorum.. Hidayete eriyorum!..
|