| |
Güllük gülistanlık
Dışişleri Bakanı Gül'ü kutlarız. Diplomasinin altın kuralı olan "Çok konuşup hiçbir şey söylememe"yi öğrendiğini dün diplomasi muhabirleriyle ufuk turunda bir kez daha kanıtladı. Bir de kokusu çabuk çıkacak konularda daha ihtiyatlı, daha kaçamak bir tutum izlerse, tam diplomat olacak..
Dışişleri Bakanı Gül, dün çok boyutlu dış politikanın getirilerini anlatırken bol umutla süslenmiş pembe bir tablo çizdi. Irak'ta durum? " Ümit ediyoruz ki, bu anayasa, yeni siyasi süreçle birlikte Irak'ın bütünlüğünü, birliğini sağlaştırır." İran'ın nükleer programı? "Ümit ediyoruz ki, şeffaf ve çok yakın işbirliği, bölgedeki birçok olumsuz gelişmeyi de önleyecek." Kıbrıs? " Ümit ediyoruz ki, bundan sonra dünya Rum liderliğinin tutumu yüzünden çok önemli bir fırsatın kaçırıldığını farkeder." Kuzey Irak'taki PKK kampları? "Yeni bir döneme girdiğimizin, bu beklentilerin Türkiye'de ne kadar ciddi olduğunun çok iyi farkındalar. Ümit ederim ki, neticeleri görülecek." Biz de Gül'ün bu iyimserliğini paylaşmak istiyoruz. Özelllikle Brüksel'den AB İlerleme Raporu ve Katılım Ortaklığı Belgesinin en kritik bölümlerinin sızdırıldığı sırada onun "Yeni durum sözkonusu değil" rahatlığını... 149 sayfalık İlerleme Raporu'nun son taslağında "Türkiye'den 2006'de Rumlar'a havaalanları ve limanları açması"nın istendiği, 18 sayfalık Katılım Ortaklığı Belgesi'nde de kısa vadeli, yani 2 yıllık hedeflerin başında "Ek protokolun uygulamaya sokulması" ve "Rum kesimiyle ilişkilerin normalleştirilmesi yönünde adım atılması" taleplerinin yeraldığı haberleri ayyuka çıkarken, Gül "Haklılığımızı herkese usanmadan anlatmaya devam edeceğiz" diyor. Ama AB Komisyonu'ndan anında yanıt geliyor: "Türkiye ek protokolü harfiyen tüm ülkelere uygulamak zorunda. Rum gemilerine de limanlarını mutlaka açmalı." Umarız, bu rahatlık 2006'da asıl müzakerelerin başlamasıyla "İki ayağın bir pabuca sığması" telaşına dönüşmez.
Ahmedinecat ve Merkel Gül'ün açıklamalarında bizi en çok İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecat'ın dünyada kıyamet koparan "İsrail'in haritadan silinmesi" çağrısına ılımlı tepkisi ile Başbakan Erdoğan'ın Merkel'den randevu talebi konusundaki çıkışı şaşırttı. Sevgili Bakanımız, Ahmedinecat'a Erdoğan'ın "Çok yanlış yaklaşım. Ben kendilerini şahsen itidale davet ediyorum", Dışişleri Sözcüsü Namık Tan'ın da "Böyle bir açıklamanın tarafımızdan onaylanması tabiatıyla mümkün değildir" yanıtı verdiklerini hatırlatarak şöyle dedi: "Bölge huzurunu bozacak şeylere Türkiye her zaman karşıdır." Sonra da "Bizi kimse yönlendirmeye çalışmasın" diyerek İsrail'in "Tepkiniz yeterince güçlü değil, kınamalısınız" talebinin dikkate alınmayacağını ima etti. Ancak işin bir başka boyutu var: Ahmedinecat o konuşmasında sadece İsrail'in haritadan silinmesi çağrısı yapmadı, ayrıca "İsrail'i tanıyan Müslüman ülkelerin yöneticilerini kendi halklarının öfke alevlerinin cayır cayır yakacağını" söyledi. Yani Türkiye, Mısır ve Ürdün yönetimlerini. Halkı açıkça kışkırtmaya yönelik bu sözlere Ankara'nın daha sert tepki göstermesi gerektiğini düşünüyoruz. Erdoğan'ın randevu talebini Merkel'in nazikçe geri çevirdiği haberlerini Gül'ün yalanlamasına gelince... Hiç gerek yoktu. Çünkü Erdoğan'ın Almanya'da olacağı 6-7 Kasım'da Merkel canıyla uğraşacak: Bir yandan Sosyal Demokratlar'la 12 Kasım'a kadar bitirilmesi gereken hükümet görüşmeleri. Bir yandan da koalisyonun daha kurulmadan dağılma noktasına gelmesi nedeniyle Berlin'deki siyasal gerilim, hatta belirsizlik... Bunda alınganlık gerektirecek, gurur meselesi yapacak birşey yok. Hem sonra, nasıl olsa Gül 18 Kasım'da Merkel'le görüşecek. Ümit ediyoruz!
|