Cumhuriyet ve özgürlük
Cumhuriyet'in 82'nci yılını hem sevinçle hem de buruklukla kutlamak için yeterince neden var. 3 Ekim tarihinde Avrupa Birliği (AB) ile üyelik müzakerelerinin başlamış olması, Cumhuriyet'in demokratikleşmesi, kendisine koyduğu temel bir hedefe ulaşılması bağlamında önemli bir adımdı. Üstelik bu gelişme, varlık nedeni Cumhuriyet'in temel ilkelerini reddetmek olan bir hareketin içinden evrilen ancak Cumhuriyet'in ürünü olan bir siyasi kadro tarafından gerçekleştirildi. Cumhuriyet'in Batıcı seçkinlerinin bile, cuma günkü Radikal gazetesinde Ayşe Hür'ün güzelce anlattığı gibi, Batı ile ilişkilerinde ikircikli bir tavra sahip olduğu düşünüldüğünde ise varılan nokta kolayca hafife alınamaz. Bugün AB üyeliği temel alınarak yapılan tartışmalar ve bu üyeliğe karşı çıkanların dillendirdiği gerekçe ve mazeretler de bu ikircikli ilişkiden bağımsız değerlendirilemez. Cumhuriyet projesi kendi başarılarının önüne getirdiği yeni şartlara ve gerçeklere uyum sağlayarak evrilmek zorunda. Bunun gerçekleştirilmesi için yurt içinde Cumhuriyet döneminde ortaya çıkan toplumsal evrimi ve sonuçlarını anlamak ve çözümlemek gerekiyor. Böylesi bir çaba, bir bakıma başarısızlıkların da muhasebesinin yapılmasını elzem kılıyor. 55 yıllık demokrasi deneyiminin ardından bu ülkede hâlâ bir gizli anayasadan bahsedilebilmesi, hükümetin güvenlik konularında son sözü söyleme hakına sahip olmaması, üstelik bunun normal sayılması herhalde bunların başında geliyor. Toplumun bugün vardığı noktaya bakıldığında Cumhuriyet'in evrimiyle ortaya çıkan yeni gerçekliklerin siyaseten ve sosyal anlamda bir iktidar kayması olgusuna da işaret ettiği görülüyor. Buna uygun olarak iktidarın yeniden paylaştırılması gerektiğinden iktidar payları azalacak kişi ve kurumlar da buna karşı sonuna kadar direniyor. Direnişin ateşini dünyanın tüm ülkelerini ve toplumlarını etkileyen küreselleşmenin etkileri besliyor. Bir zamanlar can düşmanı sayılan kesimler, siyasi hareketler, toplumsal sınıflar tam da bu nedenle kendilerini aynı koalisyonun içinde buluveriyor. Aynı dinamikler, başında muhbirlik yapabilen bir bakanın bulunduğu adalet bürokrasisi içinden bir kesimin bugün Türkiye modernleşmesinin önündeki engellerden birisi olmasını da açıklıyor.
En büyük başarısızlık eğitim Yargının gerçekten tarafsız olamaması ve çağdaş hukuk dinamiklerinden uzakta, adalet dağıtmakta sıkıntı yaşaması kuşkusuz Cumhuriyet'in büyük başarısızlıklarından birisi. Ancak son haftaların gündeme düşen maddelerine bakıldığında Cumhuriyet'i en azından mahcup hissettirmesi gereken en büyük ve çarpıcı başarısızlığın genel anlamıyla eğitim olduğu tüm çıplaklığıyla sergileniyor. Yalnızca bir siyasi kadronun suç düzeyindeki çapsızlığı ve patronaj dükünlüğüyle açıklanamayacak Malatya'daki skandal da, ülkeyi bir isteri nöbetiyle titreten komplo düşkünlüğü de, toplumun kendi tarihiyle ilgili inanılmaz cehaleti de bu başarısızlığın parçaları. Toplumsal süreçleri ve dünyayı değerlendirirken iki boyutlu bir algılamanın dışına çıkılamaması ve analizin hemen her seferinde korkuya mağlup olması da bu eğitim başarısızlığının bir sonucu. Tıpkı hemen her konuda kendi bildiğimiz gerçekleri sanki mümkünmüş gibi başkalarından saklama gayretleri gibi. Frankfurt'ta ödül alırken yaptığı konuşmada romancı Orhan Pamuk "roman sanatı, sır gibi saklamak istediğimiz utançlarımızı başkalarıyla paylaşabilmenin bizi özgürleştireceğini bana öğretti" der. Türkiye Cumhuriyeti de kendi sorunlarını gizlemek, tartışmaya açmamak ya da yok saymak yerine tartışma alanını genişlettikçe kuşkusuz daha fazla özgürleşecektir.
|