 |  |
Sadece önseziyle devrim yapılır mı?
Sezer'in Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın'ın tutuklanmasından yola çıkarak yargı ve yargıç bağımsızlığının zedelendiği imasında bulunduğu 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı mesajında bir ifade dikkatimizi çekti: "Önsezileri güçlü bir önder olan Yüce Atatürk...".
Cumhurbaşkanı Sezer'in 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı mesajında şöyle bir cümle var. Hemen girişte, üçüncü paragrafta: "Önsezileri güçlü bir önder olan Yüce Atatürk, 'Türk Ulusu'nun tabiat ve adetlerine en uygun yönetim biçimi' olduğu için Cumhuriyet'i seçmiştir." Sezer'in bu ifadesi, tarihte eşi az bir devrimin dinamosunu "önsezi"nin oluşturduğu gibi yanlış ve haksız bir izlenime kapı açıyor. Oysa Atatürk, Batı'daki 200 yıllık aydınlanma sürecinin sentezini yaparak cumhuriyet rejimine ulaştı. Bu sentezi de daha askeri liseden itibaren yapıtlarını ezberlediği düşünürlere dayandırdı. Montesquieu'yü okudu., "Bir rejimde halkın adalete inanmaz noktaya varmasının, o rejimin mahkum olması" anlamına geldiğini söyleyen Montesquieu'yü. Güçler ayrılığı ilkesinin temellerinin atıldığı "Kanunların Ruhu" adlı kitabında, "Despotik iktidarlar aslında yasalara göre değil, kendi irade ve tutkularına göre yönetirler. Bunu önlemek için, gücün gücü, iktidarın iktidarı durdurması gerekir " diyen Montesquieu'yü. Fransız İhtilali'nin bilgi ve aklını biçimlendiren Voltaire'i okudu. Tanrıya inanan ama hurafeleri insanlığın gelişmesinin önünde en büyük engel gören, "İnsan özgür yaratıldıysa kendi kendini yönetmek zorunda, insan zorbalar yönetimi altındaysa, onları devirmek zorunda" diyen Voltaire'i. Diderot'yu okudu. "Kölelikten beter birşey var. O da köleden geçilmeyen bir yere özgür insanlar diyarı demek" diyen, aydınlanmanın halk kitlelerine inmesini sağlayan "Ansiklopedi"nin yazarı Diderot'yu.
Egemenlik kayıtsız-şartsız Jean-Jacques Rousseau'yu okudu. "Kral, sultan, prens... Bunlar egemenliğin ortağı değiller. Millet istediği zaman onlara kapıyı gösterebilir. Kendilerine yol verilince birşey iddia etmeye hakları olamaz" diyerek monarşilerin devrilmesine meşruiyet kazandıran Rousseau'yu. Daha önemlisi Türkiye Cumhuriyeti'nin temeli olan "Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur" sözünün sahibi Rousseau'yu. Fransız İhtilali'nin ateşli hatibi Mirabeau'nun nutuklarını okudu: "İnsanlığın en güzel görevi, adalet dağıtmaktır." Yine Fransız İhtilali'nin beyinlerinden Maximilien Robespierre'i okudu. "Hükümetlerin en soysuzu, halkın kör inançlarından, alışkanlıklarından ve eski eğitime bağlılıklarından destek bulurlar. Zorbalık özgürlükten kuşkulanır ve belirtilerinden ürken insanların kafasını öyle bozar ki, insanlar zorbalığa tapar hale gelir " diyen Robespierre'i. İskoç filozof ve iktisatçı Stuart Mill'i okudu. " Kadınlar kölelerden daha köle. Çünkü kölelik kurumu güce, şiddete dayanırken, kadının ruhu köleleştirildi. Eğitimle, sistemin içselleştirilmesiyle, kadın hayattaki tek amacının kendini bir erkeğe beğendirmek olduğu yönünde koşullandırıldı" diyen, her alanda kadın-erkek eşitliğini savunan, kadınlara seçme ve seçilme hakkı isteyen Mill'i. Ve bütün bu kilometre taşları, onu sonunda, Yargıtay eski Başkanı Sami Selçuk'un 6 Eylül 1999'daki Adli Yıl açış konuşmasında olağanüstü güzellikte anlattığı hedefe götürdü: "Okuryazarı yok denecek kadar az, feodaliteden kurtulamamış, Rönesans, Reform, Aydınlanma, Sanayi Devrimi süreçlerini yaşamamış, sınıf katmanları oluşmamış, kültürel değerleri farklı bir halkı, yüzyılları yıllara sığdırarak ve devrim yoluyla yoğunlaşma momentini yakalayarak demokrasiye hazırlama, akılcı/demokrat insanı yaratma kavgasına..." Yaşasın Atatürk. Yaşasın Cumhuriyet.
|