|
Bir sonraki oyunum cennette
|
|
Atilla Dorsay, Peter O'Toole'la söyleşi yaptı
Gelecek oyununu cennette sahneleyecek
Arabistanlı Lawrence rolüyle kariyerine zirveden başladı. Katolik bir eğitim almış, gazeteciliğe heveslenmişti. Ama öylesine yakışıklıydı ki sonunda sahnede karar kıldı. Peter O'Toole 52 yıllık oyunculuk hayatını anlattı.
Peter O'Toole şüphe yok ki geçen Antalya festivalinde ülkemize gelen yabancı konukların en ünlüsüydü. Sinema tarihindeki yeri, ünü, filmleri ve rolleriyle, basının diline düşen Michael Madsen, Woody Harrelson, David Carradine gibi konuklara deyim yerindeyse beş basardı. Ama bir yandan festivalin tam sonunda gelmesi, öte yandan medyatik olmayı sevmemesi, en önemlisi de sinema yazarlarının ona nedense sınırlı bir ilgi göstermesi nedeniyle, bu ziyaret önemi oranında değerlendirilmedi. Son gün yapılan ve benim yönettiğim basın toplantısında genç sinema yazarları o kadar azdı ki... Ama salon yine de kalabalıktı. Ve bir olay deneyimli sanatçının gözünden kaçmadı: "Burada erkekten çok daha fazla kadın var. Yani çok şanslıyım" diye başladı sözlerine... O'Toole, bilindiği gibi kariyerine zirveden başlamıştı: David Lean'in ünlü filmi "Arabistan'lı Lawrence"la... 1932 doğumlu aktör, İrlandalı bir babayla İskoçyalı bir anneden doğmuş, Katolik bir eğitim almış, sonra gazeteciliğe heveslenmişti. Ama öylesine yakışıklıydı ki, sonunda sahneye çıkmayı düşündü ve Royal Academy Of Dramatic Arts'a girdi. Okuldaki arkadaşları arasında Albert Finney, Alan Bates ve Richard Harris de vardı. Tiyatro ve sinema derken, birkaç küçük rolden sonra, 1962'de Sir David Lean onu Lawrence rolü için seçti. Bizim yakın tarihimizde de önemli rolü olan ve Arapları Osmanlı devletine karşı örgütleyen bu ünlü İngiliz casusunu öylesi güzel oynadı ki, birden zirveye çıktı. Yazar Noel Coward ona şöyle demişti: "Eğer biraz daha güzel olsaydın, film Arabistan'lı Lawrence değil, Florence olacaktı!"
"NE YÜZLE ÜLKEMİZE GELİYORSUN?" O'Toole basın toplantısında o günleri andı. Birden öylesine ünlenmişti ki nereye gitse gazeteciler, fotoğrafçılar ve kadınlar peşine düşer olmuştu: "New York, Tokyo veya Almanya farketmiyordu. Resmim her yerdeydi, peşimde hep bir ordu vardı." Roma'da otelinden bile çıkamadığı bir kabus yaşarken, bir İtalyan yapımcısının önerisine uyarak uçağa atlamış ve onunla ülkemize gelmişti. Ama, dediğine göre, daha gümrükte bir memur ona sertçe şöyle demiş: "Ne yüzle ülkemize geliyorsun? Lawrence gibi bir adamı canlandırdıktan sonra!" Bu arada filmin o yıllarda ülkemizde yasaklandığını hatırlatalım. Bunda iki neden vardı: Biri Lawrence'ın Türk düşmanı olarak bilinmesi, diğeriyse filmde Jose Ferrer'in oynadığı bir "'Bey"'in, aslında eşcinselliği de neredeyse kesin olan Lawrence'a tecavüz ettiğinin gösterilmesi... Neyse, eski ve tatsız anılar... Hele filmin yıllar sonra bir TV kanalından (Star) tüm ülkeye gösterildiği hatırlanınca... O'Toole İstanbul'u gezdikten sonra Ankara'ya da gitmiş ve orada çocuk yaştan beri adını duyduğu ve yaptıklarıyla kendisini çok etkileyen bir kahramanın, Kemal Atatürk'ün başkentini ve kabrini ziyaret etmişti. Ünlü aktör, yıllar sonra yine Türkiye'de geçen "Truva" filminde kral Priam rolünü oynamış olmaktan çok memnundu. Filmdeki iki sahnesinde konuştuklarının kelimesi kelimesine Homeros'tan alıntılandığını söylüyor ve bundan onur duyuyordu. Truva'yı ziyaret etmek istiyordu. Onu ortaya çıkaran Alman arkeolog Manfred Kormann'ın yakın zamandaki ölümüne de üzülmüştü. Antalya'ya ayak basar basmaz ona verdikleri Truva atı heykelciğini ise çok sevmişti.
HİÇ İŞSİZ KALMADI Aktör beyaz perdede birçok ünlü tarihsel kişiliği oynamıştı: Kral 2. Henry (bu rolü iki kez oynamıştı), Roma imparatoru Tiberius, kral Priam, Sir Conan Doyle... Böyle efsane kişilikleri oynamak nasıl bir duyguydu? "Sinir bozucu bir duygu. Bir tür meydan okuma. Ama her şey senaryoya bağlı. Roller iyi yazılmışsa, sorun yok." Ünlü sanatçı birçok komedide de oynamıştı. Hangisi daha zordu? "Yıllar önce bir oyuncu 'ölmek çok kolaydır, komediyse zordur' demiş. Ben de bu fikirdeyim; komedinin iyisini yapmak ve insanları sağlıklı biçimde güldürmek dramdan daha zordur. Teknik bir iştir bu ve zamanlamaya dayanır." Sanatçı, yüzlerce kişinin karşısında sadece sözcüklere sığınan stand-up ustalarına da büyük hayranlık beslediğini ve onlardan çok şey öğrendiğini ekliyor. O'Tole, 1987'de Bertolucci'nin "Son İmparator"undaki İngiliz öğretmen rolüyle büyük bir çıkış yaptı. Ona bunu hatırlatıyorum. "Evet ama benim kariyerim zaten hiç duraklamadı ki" diyor. "Sahneye ilk kez 1953'de çıktığıma göre, 52 yıldır hiç işsiz kalmadım. Her zaman yapacak bir şeylerim oldu: Sahne, tiyatro, sinema veya TV hiç farketmez."
İÇKİYİ BIRAKAMADI Mesleğine zarar veren temel bir şey hep varoldu: İçki düşkünlüğü. Nitekim daha Antalya'ya geldiği gece, Hillside Otel'in lobisinde çok geç vakit, elinde içki bardağıyla tanıdım onu.Ve o bardak sonra da hiç eksik olmadı. Basın toplantısında soramıyorum. Ama başbaşa konuştuğumuzda küçük teypimi yaklaştırıp içki sorunu üzerine bir soru sormaya cesaret ediyorum. Ne de olsa bu bilinen bir şey. Ama bu soruyu hiç de hoşgörüyle karşılamıyor: "Böyle bir sorunum asla olmadı" diyor. Oysa kaynaklar, onun özellikle 1970'lerde içmeyi abarttığını ve bunun yol açtığı mide kanseri başlangıcından 1976 yılındaki ciddi bir operasyonla, mide ve bağırsaklarından bir bölümünü feda ederek kurtulduğunu yazıyor. O zaten tam bir kapalı ve puslu mekan tutkunu. Şöyle demiş: "Işığa dayanamam, açık havadan nefret ederim. Benim için ideal ortam, dumanlı bir odadan diğerine geçmektir." Peter O'Toole tiyatro geleneğinden gelen tüm o büyük oyuncular gibi sahneyi çok seviyor, sayıyor. 1999 yılında, çok eski ve saygın Old Vic Tiyatrosu'ndan bir öneri almış: 1953'te orada ilk sahneye çıktığı oyunun yeni bir yorumunda oynamak. Kabul etmiş ve bu komedinin sonunda dakikalarca ayakta alkışlanmış: "Bir sahne sanatçısı için inanılmaz bir şeydi bu. Artık bundan daha ötesi olamaz diye, düşündüm ve tiyatroyu orada bırakmaya karar verdim." Şöyle ekliyor: "Belki ilerde cennette ya da, bilinmez ki, belki cehennemde benden bir oyun sergilememi isterlerse, bunu yaparım". O'Toole yıllar boyu sayısız ünlü yönetmenle çalıştı: David Lean, Richard Brooks, William Wyler, John Huston, Bertolucci, Neil Jordan, vs. En sevdikleri hangisi? "David Lean'le üniversitede iki yıl birlikte okumuştuk. Çok büyük bir ustaydı, Wyler da öyle. Ama bence John Huston daha yaratıcıdır." Ve sonra Huston'la ilişkili bir anısını anlatıyor: Onun kendisini İrlanda'daki evinde ziyarete gelmesi, birlikte sabahtan içmeye başlamaları, sarhoş halde atlara binip ava çıkmaları..Ve Huston'un attan düşüp bacağını kırması ve de bayan Huston'un kocasını baştan çıkaran Peter O'Toole'u gazetelere şikayet etmesi! Peter O'Toole meslek yaşamında tam 7 kez Oscar'a aday olmuş. Hepsi baş rol kategorisinde olmak üzere... Ama ödülü hiç almadığını biliyoruz. Gerçi Akademi 2003 yılında ona özel bir ödül vermediğil. Bu konuda ne düşünüyor? "Bu sorunun muhatabı ben değilim, Akademi mensuplarına sormak gerekir. Ama ödül almayan öylesine ünlü sanatçı vardır ki... Greta Garbo'dan Charlie Chaplin'e, Alfred Hitchcock'tan Orson Welles'e veya Cary Grant'a...Ve size bir şey söyleyeyim mi: Vız geliyor. Gerçi Akademi 2003 yılında bunu telafi etmeye çalıştı ve tıpkı Chaplin gibi bana da bir Ömürboyu Başarı Ödülü verdi. Birileri bana bunun ABD'de bir sinema sanatçısı için en büyük ödül olduğunu da söyledi. Ama emin olun ki bunlara hiç aldırdığım yok." Aynı ödülün, defalarca aday olsalar da Richard Burton veya Albert Finney gibi başka büyük İngiliz oyuncularına da verilmemiş olduğunu da hatırlatıyorum.
AB ADAYLIĞIMIZI DESTEKLİYOR O'Toole, "Arabistan'lı Lavrence"deki oyun arkadaşı Ömer Şerif'le 40 yıl sonra yeniden bir araya gelmiş ve "Kralın Gecesi"adlı bir film çekmiş. Ama 2005 yapımı bu filmin akibetini bilmediğini söylüyor. Onları bir araya getirecek bir başka proje ise, Türkiye'de çekilecek ünlü "Gılgamış" filmi olacakmış. Ama bu filmin çekilip çekilmeyeceğini bilmiyor. Lawrence'dan ve Osmanlı imparatorluğunun çöküşünden beri Orta-Doğu ve Balkanların haline bakınca acaba bu çöküşün hayırlı olup olmadığını soran bir soruya karşılık da şöyle diyor: "Takdir edersiniz ki, şu çok hassas dönemde bu konuları kalabalık bir toplantıda tartışmak istemem. Elbette kendi görüşüm var ama onları ancak dost meclislerinde dile getirmeyi yeğlerim." Türkiye'nin AB üyeliğiniyse sonuna dek desteklediğini söylüyor.
|