Antakya'da medeniyetler NASIL buluşamadı?
Medeniyetler buluşması dinler arası diyaloğa dönüştü ve bildiriler din eksenliydi. Ama din ne uygarlığın tamamı ne de en önemli unsurudur.
Kuran'ın Yasin suresinde bir olay anlatılır. İsa peygamber önce Yahya ve Yunus adlarında iki elçiyi Antakya'ya göndererek halkı yeni dine çağırır sonra üçüncü elçi olarak Şemun'u gönderir. Halk bu elçileri öldürmek üzereyken, kentin öteki ucundan koşarak biri gelir. Bu kişi, hayatını put yaparak kazanan marangoz Habibi Neccar'dır. Habib, kendinin de iman ettiğini söyleyerek halkı imana davet eder, ama taşlanarak öldürülür. Kesik başı elinde olduğu halde Antakya sokaklarında iki gün dolaştığı rivayet edilmektedir. Ama Habibi Neccar ölmemiş, 2 bin yıldır yaşıyor. Antakya şehrinin sırtını verdiği ve her gün yeni binalarla zirvesine daha da yaklaştığı görkemli dağın adı Habibi Neccar. Kitabı Mukaddes'in "Resullerin İşleri" bölümünde belirtildiği üzere "şakirtlerin (İsa'ya inananlar) Hıristiyan diye çağrılması önce Antakya'da oldu". İskender'in generallerinden ve Selevkos devletinin kurucusu olan I. Nikator tarafından MÖ 305- 300 arasında, oğlu Antiokhos Soter adına kurulan Antiokheia (Antakya), Roma, Bizans, Haçlılar, Selçuklu, memlûk ve Osmanlı egemenliklerine sahne olduktan sonra, I. Dünya Savaşı sırasında Fransızlar tarafından işgedilmiş, 1939'da Türkiye'ye katılan Hatay ilinin merkezi olmuştur.
İLK KİLİSE, İLK AYİN İsa'nın havarisi Petrus'un ilk kiliseyi kurduğu ve ilk ayini yaptığı yer olan Antakya, Hıristiyanlık açısından çok önemlidir. Doğu ile Batı kiliselerinin kopmasından önce Hıristiyan aleminin 4 patriklik merkezinden biriydi (diğer üçü, Roma, İstanbul, Kudüs) ve hemen Roma'nın arkasından geliyordu. İşte bu zengin tarihli kentte 25-30 Eylül'de çok geniş katılımlı bir "Medeniyetler Buluşması" sempozyumu toplandı. Yaklaşık 600 davetlinin katıldığı sempozyumda 44 bildiri okundu. Bunlardan yalnızca 3 tanesi, yani 15 bildiriden yalnızca biri din eksenli değildi. Diğerlerinin tamamı dinsel bir optikten hazırlanmıştı. Oturum başkanlarından birinin açıkça belirttiği üzere, "Biz medeniyetler buluşması dediğimiz zaman dinler arası diyaloğu anlıyoruz" görüşü sempozyumun her noktasına ve anına egemen durumdaydı. Uygarlık, kavramı icat eden Batı dillerinde, insan toplumlarının kazanımlarının tümü olarak tanımlanmaktadır. Jean Rostand, "insanın insanlığa kattığı her şeyin bütününe uygarlık adını veriyoruz" demektedir. Bu durumda, bir uygarlık ahlestetik, bilimsel, teknik, hukuksal, sanatsal öğelerden oluşur. Açıkçası, din uygarlığın ne tamamıdır ne de en önemli unsurudur. Bu açıdan, Antakya'daki toplantının kesinlikle bir "Medeniyetler Buluşması" olmadığını söylemek gerekir. Protokoler olan ilk iki oturuma katılanların tümü din adamıydı, ama bunların hepsi de Türkiyeli din adamlarıydı. Katolik Kilisesi'nin gönderdiği iki temsilcinin dışında, dünyanın büyük dinlerinin yani Protestanlığın, Budizmin, Brahmanlığın, Şintoizmin hiçbir temsilcisi yoktu. Bu dinlerin çok sayıdaki mezhepleri de elbette temsil edilmemişlerdi. Türkiye'den bile temsil çok eksikti. Aleviler çağrılmamıştı. Ve işin en kötü yanı, bütün dinlere eşit uzaklıkta durması gereken ve bir devlet memuru olan Diyanet İşleri Başkanı ile yardımcısı, sanki birer din temsilcisi görünümünde idiler. Medeniyetler ve dinler buluşamadı, ama katılanlar bile el sıkışamadılar. Çünkü, din ile uygarlığı bir ve aynı şey olarak gören zihniyet, İslamiyet'in (yani Sünni İslam'ın) üstünlüğünü vurgulamayı kendine görev edinmişti. Ve protokol oturumlarından sonraki ilk oturumda, bir Türk ilahiyatçı, Hıristiyanlığın çok tanrılı bir din olduğunu, İsa'nın Tanrı'nın oğlu olmadığını, İsa'nın dinin Pavlos tarafından tahrif edildiğini söyleyince, katılan Hıristiyanlar da büyük tepki gösterdiler. Böylece, inançların tartışıldığı bir ortamda buluşma olamayacağı da ortaya çıktı.
ÇANLAR ÇALMIYOR Konular, tebliğler birbirleriyle hiç bağlantılı değildi. Hatta aynı oturumda Habibi Neccar hakkında birbirinin neredeyse aynı iki bildiri vardı. Bir diyalog toplantısında gündeme gelemeyecek kadar ayrıntıda kalan bu konu ve benzerleri ne yazık ki çoğunluktaydı. Buna karşılık hemen her Müslüman konuşmacı Antakya'da ne büyük bir "İslami hoşgörü" olduğunu söyledi, ama rakamlar bunu teyid etmiyor. Şemseddin Sami'ye göre, 19. yüzyılın sonlarında Antakya şehrinin nüfusu 16 bin 816, bunun 3 bini Hıristiyan ve Yahudi'ydi. Gene aynı tarihlerde bu kez kazanın tüm nüfusunu değerlendiren Ali Cevad'ın verdiği rakamlara göre, nüfus 62 bin 750 olup bunun 14 bin 750'si gayrimüslimdir. Bugün Antakya şehrinin nüfusu 150 binden fazla, 73 Yahudi ve bin kadar Rum Ortodoks var. Ali Cevad'ın oranlarına göre, eğer hoşgörü olsaydı kentte bugün 35 bin gayrimüslim olması gerekirdi. Ve bu arada, kentteki çok sayıdaki camide beş vakit hoparlörle ezan okunuyor, ama faaliyette olan üç kilisede (Rum Ortodoks, Katolik ve Protestan) hiç çan çalmıyor. Katoliklerle Protestanların zaten cemaati yok, ama Ortodokslar kiliseye devam ediyorlar. Antakya özellikle bir Fransız üslubu taşıyan binaları ve harika ferforjeleri, eski mahalleleriyle hoş bir şehir ve dini ön plana çıkartma gayretine feda edilemeyecek kadar tarih ve güzellik dolu. Umarım uygarlıklar bir gün gerçekten buluşur, umarım bu Antakya'da olur.
Mehmet Ali Kılıçbay
|