Kankanı söyle...
Hep kötü işler yapılmıyor, iyi işler de yapılıyor; yetenekli, özenli, bilgili, cesur nice meslektaşımız var. Lakin bir şeyler eksik. Sanki hafızada, sanki yüreklerde, sanki merak-ilgi ufuklarında bir eksiklik var. Sanki şu var: Gazetecilik uzunca bir süreden beri girdiği "Güç odağı gölgesinde dans" ritminden bir türlü çıkamıyor. Eskiden, ne kadar eskiden, çok mu eskiden... Bu yok muydu? Muhtemelen çok örnek verilir, gazeteciliğin asla ürkütmediği fincancı katırları ile katırların yularlarını ellerinde tutanlar filan sıralanır. Açıkçası, bu hep var idiyse, zaten nafile. Denir ki, "genetik bir yamukluk var"... Denir ki, "hastalık kadim ve kronik". Başka türlü olmamıştır ve olamaz. Olabileceğine dair umut ve olması gerektiğine dair ısrar ile, içiniz "kronik hastalık" saymaya el vermez yine de.
Geçmişte hiç konuşulmayan nice tabu konunun, hiç gündeme gelmeyen onca tartışmanın artık "Türkiye kamusal hayatı"nın repertuarına girmiş olması, elbette düşünce, basın, eleştiri hayatımızda, elbette cümle hayatımızda "demokratikleşme"dir. Bu mevzular uzun yılları gözaltında, tutuklu ve mahkum geçirmiştir. Başım üstüne, elbet özgürlüktür. Asla reddetmem; geçmişle karşılaştırmam bile. Ancak kastım o değil. Kastım, gazeteciliğin dünyada ve ülkede "Güç ve güçlü yörüngesi"nin dışına çıkabilmekte çektiği zorluk. Küresel ekonomiden, küresel egemenliklere... yerel hakimiyetlere kadar; yorum ve haber sunarken, gazetecilik "aşırı ticari, mali, iktisadi" bir bakış açısının, hatta tek bir bakış açısının rehinesi durumunda. Bir "şirket" olarak medya kuruluşu, ekonomik-mali-ticari aktör olmasını, tüm davranış biçimlerinin temel gerekçesi, temel motifi, temel saiki, temel güzergahı halinde adeta kutsuyor. "Bağımsızlık, ekonomik bağımsızlıktır" gibi ilk elde doğru görünen bir söz, asıl büyük, içten, kalpten, göbekten, zihinden, vicdandan bağımlılıkların, "bağımsızlık" zannedilen esaretlerin, kudret sanılan güçsüzlüklerin, kendine güven diye pazarlanan tedirginliklerin kaynağı haline geliyor. Kaldı ki, şirket olarak medya kuruluşunun "piyasa kültürü", aslında denetlemesi, didiklemesi gereken diğer piyasa aktörleri ile (çıkar çatışması olmadıkça) aynı yolun yolcusu, güçlü küresel çıkarların çarkçısı, tayfası kılabiliyor. Gazetecilik; tartışmak, eleştirmek, farklı bakış açıları sunmak, didiklemek, arka plana bakmak, "herkesin doğrusu kendine" dendiğinde bile gerçeğin peşine düşmek için var. Gazetecilik; sadece bir şirket olarak kendini, kendi büyüklüğünü hayran hayran seyretmek, başka büyük şirketlere ayran ayran budala olmak, yerliyabancı sermayeyi tartışmasız kılmak, kitle gazetesinde despotik bir sınıf tahakkümü yürütmek için yok. Gazetecilik; evet, gazeteci o gün için "tuzu kuru" bile olsa, paylaştığı dünyadaki, yaşadığı ülkedeki, mesleği içindeki tuzsuz, tatsız, mutsuz, huzursuz, sessiz, güçsüz insanların varlığının, hayatlarının, acılarının farkına varma işi olmayacaksa... Gazetecilik sadece, piyasada güçlünün, siyasette en güçlünün, dünyada en en güçlünün, ne bileyim, sivil ve askeri kurumlarda en en en güçlülerin dünya ahret kankası olmakla onur ve gurur duyacaksa... Gazetecilik sadece, seçmeci, ayırmacı, kayırmacı, rekabetçi, komplocu amaçlarla "araştırmacı, cesur, eleştirel, vurdu mu ses getiren" olup işine gelmediğinde araziye karışacaksa... Gazetecilik, eğlenceli bir dünyanın eğlencesinin eğlenceli medyası olarak salt eğlenip kakarakikiri yaşayacaksa... İşletme büyür, şirket büyür, işler yürür; gazeteciliğin ruhu ölür! O yüzden, terbiyesizliğin lüzumu yok.
|