Washington-Ankara hattı nasıl düzeldi?
Washington'un, 3 Ekim'de Türkiye'nin AB'den müzakere tarihi alması için perde arkasında büyük bir lobi faaliyeti yürüttüğü, hatta görüşmelerin en kritik 48 saatinde ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'ın bu işi bizzat üstlendiği sır olmaktan çıktı. Pazarlıkların ortasındaki bir yetkili, "Amerikalılar bastırmasa bu iş zor olurdu" diyor. Ne kadar doğru bilmiyorum. Ancak kuşkusuz 3 Ekim'de bizi en çok kıvrandıran konu olan Rumlar'ın NATO üyeliği boyutunda, ABD'nin tavrının azımsanmayacak etkisi olmuştur. 3 Ekim'den bir hafta öncesine dönelim. ABD Başkanı George Bush'a en yakın isimlerden Karen Hughes üç ülkeyi kapsayan "kamu diplomasisi" gezisine Türkiye'yi de dahil ediyor. Ondan bir hafta önce, Ulusal Güvenlik Danışmanı Stephen Hadley, ilk dış gezisini Türkiye'ye yapıyor; Başbakan Erdoğan'la 90 dakika görüşüyor. ABD Müsteşar Yardımcısı Matt Bryza, son aylarda iki kez Ankara'ya geliyor. Alt düzeyde PKK ve terörizm konusunda, ABD Dışişleri Bakanlığı ve diğer kurumlardan gelenler var. Bu trafiğin anlamı ne? Washington'da Türkiye'yi izleyen çevreler, Erdoğan'ın hazirandaki Beyaz Saray gezisinden bu yana Türk-Amerikan ilişkilerinde "ikinci bahar" denilebilecek yeni bir flört döneminin başladığını söylüyor. Geçen yıl işlerin ne kadar kötü olduğu, Erdoğan ve diğer siyasilerin demeçleri ve Türkiye'de yükselen Amerikan karşıtlığının Bush yönetiminin tepkisini topladığı, bizzat ABD'liler tarafından aktarılıyordu. Hatta hazirandaki Beyaz Saray gezisi sonrasında Amerikan tarafının medyaya verdiği en kuvvetli mesaj "Suriye konusunda taban tabana zıtız. Başbakanınız, bizim Beşar Esad konusunda ciddi olduğumuzu görmek istemiyor" şeklinde özetlenebilecek cinstendi. Peki ne oldu da işler "ikinci bahar" kıvamına geldi? Şimdilerde öğreniyorum ki, haziran gezisi öncesinde kritik bir şey daha olmuş Washington'da. ABD yönetimi, en üst seviyede Türkiye ile ilişkileri yeniden düzeltme kararı almış . Bu stratejik kararın özünde "Irak ve bu coğrafyadaki hedeflerimiz, Türkiye ile ortak çalışırsak daha kolay; kavgalıysak daha zor gerçekleşir" mantığı yatıyor. Aslında Ortadoğu barış sürecinden Irak ya da bölgesel reforma kadar bir çok başlıkta Ankara'nın ABD'ye "somut" bir katkısı yok. Ancak Ankara'yı karşısına almanın anlamsız bir faturası var. Bu özellikle de Rice yönetimindeki Dışişleri Bakanlığı'nda hissedilen bir tavır. Geçen yıl özel sohbetlerde Türkiye'yle ilişkiler ve AK Parti liderleri konusunda karamsar bir tablo çizen yetkililer, bugünlerde yeniden keşfedilen stratejik ortaklığı heyecanla anlatıyor. Tabii Türk tarafı da ilişkileri düzeltmek için önemli adımlar attı. Ahmet Davutoğlu gibi Washington'da tepki çeken isimler, eskiye nazaran geri planda gözüküyor. Ankara, Suriye konusunda haziran ayından beri daha dikkatli. Esad, Erdoğan'la istediği yaz tatilini yapamadı. New York'ta randevu alamadığı için BM zirvesine katılmadı. Suriye Başbakan Yardımcısı Abdullah Dardari, geçen hafta ne Abdullah Gül ne de Erdoğan tarafından kabul edildi. Buna karşın Lübnan'da öldürülen Başbakan Refik Hariri'nin oğlu Saad Hariri (ki Suriye'yi Lübnan'dan çıkarmayı dava etti), New York'ta Başbakan tarafından heyecanla karşılandı. İsrail cephesinde de Ankara'nın önemli adımları ve bunların Washington'a olumlu yansımaları var. Ankara'nın Pakistan ve İsrail arasında arabuluculuk yapması, Musevi devletince minnetle karşılandı. İsrailli yetkililer, iki ülke arasında devasa ekonomik projelerin tartışılır hale geldiğini, ilişkilerin yeni yüzünün 'business' olacağını söylüyor. Tüm bunları yan yana getirince Ankara-Washington hattında "yeni dönem" iddiası çok yanlış sayılmaz.
|