Ramazan müzakereleri..
Türkiye, önce Avrupa'nın kapısını araladı, ardından Ramazan'ın kapısından içeri girdi. İki başlangıç arka arkaya geldi. Bir gün arayla.. Ve.. Bir anda müzakere belgesinin maddeleri üzerindeki tartışmaların yerini "oruç"la ilgili bitip tükenmeyen "müzakereler" aldı. Aynı sorular her Ramazan ayında soruluyor, her Ramazan ayında cevaplanıyor ve aradan bir yıl geçmeden yeniden başa dönülüyordu. Eskiden Yaşar Nuri Öztürk hocamızdan alırdık bu sorularını cevaplarını.. Yaşar Nuri hoca, sürekli olarak aynı soruların sorulmuş olmasına -haklı olarak- kızsa da büyük bir sabırla yanıtlamaya çalışırdı. Herkesin anlayabileceği, son derece duru ve berrak bir anlatımla zihinlerdeki bütün "hurafe"leri, yanlış bilgileri siler süpürürdü. Yaşar Nuri Hoca, bu Ramazan'da genel başkanı olduğu partinin gelişmesi yolundaki çabalarla meşgul.. Meydan başkalarına kaldı doğal olarak.. Ekranların ve kamuoyunun onun bu konudaki "özgün" anlatımını ve yaklaşımını özlediğini söylemeliyiz. Profesör Öztürk'ün; İslam dininin bu coğrafyada "Vahabi" geleneğinden farklı olarak yaşanmasında ve "laik-demokrat" bir ülkede yaşarken, inançlarını da -bağnazlıktan uzak- yaşamak isteyen "cumhuriyetçi Müslümanlar"ın artmasında önemli katkıları olduğu şüphesizdir.
Durup dururken, Hoca'yı hatırlamamızın sebebi işte bu: Bu bileşke, AB'nin Türkiye'nin geleceğiyle ilgili tasarımlarının güvencesidir. Dahası, Türkiye'de "laik ve demokratik cumhuriyet" rejiminin korunmasının sigortasıdır. Yaşar Nuri Hoca'nın AB ile ilgili çekincelerini anlamakla birlikte, aslında yaklaşımlarının, AB liderlerinin yaklaşım ve beklentileriyle paralel olduğunun da bilinmesi gerekiyor. Lüksemburg'taki kritik saatlerin sonunda yapılan açıklamalarda bizce önemli bir "saptama"nın altı çok fazla çizilmedi. AB çevreleri, müzakereye başlayan Türkiye'yi hep aynı kimlikle tanımladılar: Çoğunluğu Müslüman olan "laik ve demokrat" bir ülke... "Çoğunluğu Müslüman" tespitinin "mâlûmu ilan"dan başka bir anlamı yok.. Ama "laik ve demokrat" tanımlaması "olması gereken" bir tespitle ilgilidir. AB'nin Türkiye ile müzakerelere başlamasının "görünmeyen" ama "olmazsa olmaz" şartıdır. Evet, şartıdır. Yani.. Ancak, laik ve demokrat bir Türkiye, AB'nin tam üyesi olabilir. Ülkenin çoğunluğunun "Müslüman" olduğu gerçeğini değiştirmek kimsenin elinde değildir. Ama "laik ve demokrat" kimliğini değiştirmek pekala mümkün olabilir. Sonuçta "laik ve demokrat" olmak, bir rejim tercihidir.. Bir tercihtir. AB diyor ki, tam üye olmak istiyorsa Türkiye bu tercihten vazgeçemez! Bu ne demektir? Şu demektir: Türkiye'de "değişmiş" olduklarına bazı çevreleri "hâlâ" inandıramayan, daha da ötesi, Türkiye'nin "laik" rejimini değiştirecekleri yolunda, bazı zihinlerdeki şüpheleri de "hâlâ" ortadan kaldıramayan bir parti; laikliğe en büyük güvenceyi getiriyor. "Laik ve demokrat" rejimi "Avrupa malı sigorta" ile perçinliyor. Yani, 3 Ekim sürecine, asıl desteği, sırf bu nedenle, "laik ve demokratik rejim" konusunda duyarlılık gösterenlerin vermesi gerekmiyor mu? Ne olacak şimdi?
Ramazan müzakerelerinde oruç nasıl, ne zaman bozulur tartışmaları sürüp gidiyor. O uzmanların işi.. Lakin; -eğer birilerinin zihinlerinde hâlâ varsa-, "rejim değişikliği"yle ilgili taleplerdeki "oruç"un en az "on, on beş yıl" süreceği ortadadır. Ondan sonrası bayram namazı..
|