| |
|
|
Geniş kanatları boşlukta bembeyaz açılan büyük kapı...
Artık "Nihayet Avrupalı olduk" kutlamalarını bırakıp, "Tam uyumu nasıl gerçekleştirebiliriz" sorusuna dönmemiz gerekiyor. Öncelikle şunu vurgulamalıyız. Türk toplumundaki sağdan sola uzanan çeşitli görüş sahipleri arasında Türkiye'nin AB üyesi olma çabalarına karşı çıkan veya gelişmeleri kuşkuyla karşılayanların bulunması çok doğaldır. Bu sade demokrasinin bir gereği değildir. Aynı zamanda hem Türkiye hem de AB için, birleşme sürecinde ölçülerin kaçmaması açısından güvencedir de. Neticede her görüşün arkasında belirli çıkarları temsil edilen toplum kesimleri bulunur. Örneğin tarım kesiminin AB ile birleşme sürecini kuşkudan öteye öfke ile karşılayacağını beklemeliyiz. Bunun gibi asker ve sivil bürokratların, Türkiye'nin ideolojik devlet yapısını terk etmesi ve egemenliğinin belirli bölümlerini AB'nin ortak egemenlikler sepetine atması sürecinde mutsuz olacakları kesindir. Aslında bunun alıştırmasını, yani egemenliğin sınırlarının daraltılmasını, AB'nin değil kurucu üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi'nin yargı organı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne bireysel başvuruyu kabul ettiğimizden beri yapmıyor muyuz? Türkiye'deki yargı erkinin kararlarını, AİHM yeniden yargılamıyor mu? Devlet, bunun sonunda tazminatlar ödemiyor mu? AB sürecinde bu ortak egemenlik sepetine atacağımız bölümler daha da artacak. Siyasetçiler ve bürokratlar, karar alırken de konuşurken de daha önce iki kez yutkunma gereğini duyacaklar. Farklılıkları aşağılayan, ırkçılığı, köktenciliği, militarizmi, faşizmi, totaliterliği çağrıştıran sözler resmi ağızlardan çıktığı zaman, bu doğrudan bir "Avrupa Sorunu" haline gelecek. Hatırlayın NeoNazi Haider seçim kazanınca Avusturya'nın nasıl izole edildiğini. Ancak unutmayalım ki AB karşıtlığı, Türkiye'den çok daha fazla ve şiddetli biçimde AB ülkeleri içinde var. Bunlara Avrupa'da "Eurosceptics" deniyor. Neticede önce Fransa'da sonra Hollanda'da AB Anayasası, bu eğilimin güçlenmesi sonucunda reddedilmedi mi? Mesela AB üyesi ülkelerde kârsız KİT'lerin sürekli devlet tarafından sübvanse edilmesi yasak. Bu KİT'lerden birinde çalışıyorsanız ve AB kuralları gereği çalıştığınız şirket özelleştiriliyorsa, AB'yi sevebilir misiniz? Bu örneğin bir yansımasını son olarak Korsika'ya zararına sefer yapan Fransız denizcilik işletmesi çalışanlarının direnişinde görmedik mi? Ya da ete süte sübvansiyon kalkınca, çiftçilerin ineklerini Paris'in bulvarlarına yığdıklarını televizyon haberlerinde izlemedik mi? Bunun gibi eski İngiliz Başbakanı Bayan Thatcher de bir Eurosceptic değil miydi? Bakın hâlâ İngilizler Euro'ya geçmedi. Hâlâ Schengen Vizesi'ni kabullenmediler. Ancak Avrupa karşıtlarının varlığı, AB ile uyum kararı alan hükümetlerin kararlılıklarını terk etmelerine de neden olmuyor. Demokratik süreç içinde tepkiler seslendiriliyor ve bu arada ilerleme de gerçekleşiyor. Böyle olmasaydı yola altı üye ile çıkan Ortak Pazar, bugünün 25 üyeli Avrupa Birliği olabilir miydi? Fransız Dışişleri Bakanı Schuman 9 Mayıs 1950'de "Avrupa' da bir kömür ve çelik ortak pazarı kuralım" diye konuşma yaparken, bu konuşmanın yapıldığı tarihin ileride "Avrupa Günü" olacağını öngörebilir miydi? Bundan sonra geri dönüşü olmayan o büyük yolun biz de yolcusuyuz. Bunun gereklerini yapmak durumundayız artık.
|