Fotoğraf!
Şüphesiz ki, hiçbir "kıymet-i harbiye"si yoktur söylenen o sözün... Yani, zerre kadar değeri ve önemi yoktur. Yani, Avrupalı bir "mebus" söyledi diye, Türkiye, Mustafa Kemal'in resmini; duvarlarından ve yüreklerinden indirecek değildir!.. Yok öyle şey.. Sırf bir önceki kralın "zürriyeti"nden geldi diye, AB'nin "en kral" demokrasilerinde duvarları "taçlı muktedir"lerin resimleri süslerken -ki süslesin varsın, bizce bir sakıncası yok- hesapsız kitapsız; emirsiz, kumandasız duvarlara mıhlanan o "fotoğraf"ı kim sökebilir ki? Niye söksün? Attila İlhan'ın sevgilisine dediği gibidir yani: Adını mıh gibi aklımızda tutuyoruz... Resmini de... Yok öyle bir şey... Kimsenin öyle bir şey isteyeceği de yok... İki işe yarar belki söylenen iki cümle densiz söz: AB karşıtlarının eline koz verir, bir... Atatürk karşıtlarının, içi boş ve loş "putçuluk edebiyatı"na gaz verir, iki... Ama, hiç kimse merak etmesin işte: Medeniyet saatinin tik takları vurur... O "fotoğraf" da o saatin yanında asılı durur. Saat vurdukça, fotoğraf durdukça, kim korkar tek dişi kalmış hurafelerden?
Fotoğraftaki adamın AB'ye karşı tavrını kim biliyor gerçekte? Kökleri Napolyon'a uzanan Birlik için ilk somut adımı Fransa'nın İkinci Dünya Savaşı öncesinde attığını kim hatırlıyor? Evet... Türkiye başlangıçta dışlanırken, Almanya ve İtalya'nın çabalarıyla "Avrupa Birliği"ni oluşturmak için kurulan komisyona çağrılıyor... Ve fotoğraftaki adam, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüstü Aras'ı, 1931 Mayıs'ındaki Avrupa Komisyonu'na gönderiyor... "Git katıl bakalım!" diyor... İlk adım o zaman atılıyor, kim hatırlıyor?
Oysa tıpkı "mütareke günleri"nde olduğu gibi "müzakere günleri"nde de "fotoğraftaki adam"ın tavrı lazım olabilir herkese... 9 Haziran 1921... Savaş sürerken, Fransız Sömürgeler Nazırı Bouillion Ankara'ya gelir. Fransızlarla bir anlaşmaya varmak, hem vatanın bir bölümünün işgalden kurtulmasını sağlayacak, hem de Ankara'nın Avrupa ile ilk barış anlaşması olacaktır. Kendisini Ankara Garı'nda Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey karşılar. Yusuf Kemal, Mustafa Kemal'e gelir: "Paşam, bu zata bir yemek vermem şart. Kınacızadeler'den masa ve sandalye temin ettim. Ama, bizde on iki kişilik yemek takımı yok. Ankara eşrafında da bulamadım. Emretseniz de İstanbul'dan temin etsek." Mustafa Kemal Hariciye Vekili'ne döner: "Bu zatı Ankara İstasyonu'nda beraber karşıladık. Tören Bölüğü'nün perişan halini gördü. O buraya, bu yokluk içinde senin istilaya nasıl karşı koyabildiğini anlamak ve kavramak için geldi. Şimdi sen,üzerinde 'tuğray-ı garray-ı Osmani' fağfur takımlar içinde yemek ikram edersen, adam: 'Bu da Bab-ı Ali'nin devamı' der ve çeker gider. Bence sen onu Meclis'e götür. Orada milletvekillerinin mektep sıralarında üçer üçer oturduğunu, tek kazandan pişen mercimek, bulgurun tahta kaşıklarla yendiğini, Taşhan'da bir odada üçünün beşinin yer yataklarında yattığını görsün. Bir celsede bulundur ve vatan meselelerini nasıl enine boyuna, kılı kırk yararak en hayırlı neticeye bağladıklarını görsün. Seni görünürdeki imkanlarınla değil, gayelerinin yüceliği ile kavrar ve anlaşma için karşına oturur." 6 Ağustos 1924.. Lozan Konferansı'nda Amerikan Heyeti'nin başkanı Grew, zamanın ABD Dışişleri Bakanı'na şu mektubu gönderir: "Bugün Türk delegasyonu ile imzaladığımız anlaşma bizim elde etmek istediklerimizden uzaktır. Bu anlaşma, Türkler'den koparmak istediğimizden çok daha fazlasını, bizim Türkler'e verdiğimizin belgesidir. Öbür imtiyazlar arasında; yurttaşlığa kabul maddesinde, hukuki deklarasyondaki değişiklikte, azınlık konusunda alınacak tedbirlerde başarılı olamadık. Orijinal planı, önce biz Türkler'in önüne koymuştuk. Fakat Türkler'in kendi planlarını bizimkinin yerine geçirilivermiş bulduk. Böylece ana fedakarlıklar, masanın karşı yanına, yani bize düştü."
Nasıldı o şiir: "Ben sana mecburum bilemezsin, adını mıh gibi aklımda tutuyorum.. Ben sana mecburum, sen yoksun!"
|