|
|
|
|
|
|
'Avrupa sözüne sadık kaldığını göstermeli'
Avrupa kıtası ve siyasi entegrasyon politikası nazik bir dönemden geçiyor. Son aylardaki gelişmeler bir kriz halinin işaretlerini de oluşturuyor. Bu öyle bir kriz ki ne hafife alınması, ne de ölçü dışında dramatize edilmesi gerekir. Çünkü Avrupa, geçmişini kapsayan ve yakın zamanda da yaşanan tüm krizleri parlak bir biçimde aştığı gibi bu krizin de aşılması için gerekli kaynaklara sahip. Ancak bir şartla: Avrupalılar, yeter ki bizim kamuoyumuzun hatırı sayılır bir kısmına ve ne yazık ki yönetici sınıfa da egemen olan güvensizliğin baskın çıkmasına izin vermesin.
HATIRI SAYILIR ADIM Avrupa projesinin şimdiye kadar politik, ekonomik, ve sosyal planda görülmemiş yenilik ve ilerlemeler kaydederek gösterdiği kapasitesine güvenini yitirenlere, Türkiye'ye bakmalarını tavsiye ediyorum. Türkiye'nin bu alanların her birinde ileriye doğru attığı hatırı sayılır adımlar üzerine düşünmelerini tavsiye ediyorum. Bu ilerlemeler herşeyden önce yönetici sınıfının uzak görüşlülüğünden, haklı olarak, kendi erdemleriyle gurur duyan bir ulusun çalışkanlığı ve uyum sağlama becerisiyle açıklanabilir.
MİYOP OLMAYIN Türkiye'deki reform sürecinin temel taşı, iyileşme için duyulan kuvvetli istek veya diğer bir deyişle, Avrupa Birliği'ne katılım perspektifinin getirdiği dayanılmaz çekim gücüdür. Ancak apaçık ortada olan o ki Avrupa Birliği'ne aidiyetin getirdiği yarar, üye ülke ve halkların ortak malıdır. Avrupa Birliği'ne kısa süre önce giren ülkelerde de benzeri bir değişime tanık olmaktayız. Bu ülkelerde katılım perspektifi bile pozitif değişiklikler getirdi. Bu durum, Türkiye'nin meşru beklentilerine karşı miyop ve egoist bir biçimde, Avrupa Birliği'nin kapısını tamamen kapamak isteyenler tarafından görmezlikten geliniyor. Türkiye'nin Avrupa'ya muhtemel girişi sadece Türkiye'ye yarar sağlamayacaktır. Herşeyden önce pekçok açıdan Avrupa'nın kendine yarar sağlayacaktır. Bu durum da Avrupa tarihi, coğrafyası, ekonomisi ve politikasını selektif (çarpık) bir biçimde kullanma eğiliminde olanlar tarafından kasıtlı olarak gözardı edilmektedir. Tarihin selektif kullanımı ile bugün tamama erdirmeye çalıştığı Birlik düşüncesinin destanlarla Ege Denizi kıyılarında doğduğu unutulmuştur. Coğrafyanın selektif kullanımı, Avrupa ortak evinin Türkiye'nin temel unsuru olduğu, Akdeniz boyutu olmadan tamam olacağını gözönüne almamaktadır. Türkiye'de adam başına düşen gelirle diğer Avrupa ülkelerini kıyaslayanlar da ekonomiyi selektif kullanmaktadır. Bunu yaparken, Türk ekonomisinin (son yıllarda inanılmaz büyüme oranlarının yansıttığı gibi) büyük gelişme potansiyelini görmezden gelmektedirler.
UYUM ÖRNEĞİ TÜRKİYE Türkiye, modernizasyonunu yukardan dayatmalar ve zorlamalar olmaksızın gerçekleştiren model ülke, İslam ve modernlik, İslam ve demokrasi, İslam ve ileri bir toplumun karmaşık dengeleri arasındaki tam uyumun örneğidir. Yıllardır süren yıldırıcı bekleyişten sonra Türkiye'nin girişiyle ilgili müzakereler şimdi nihai bir geçiş noktasında. 3 Ekim'de İtalyan hükümeti bu nihai toplantıya, istenen koşulların Ankara tarafından tamamiyle yerine getirildiği bilinciyle katılmaktadır. Son aylarda Ankara, temel özgürlükler ve insan haklarının bütününe saygı konusunda Avrupa kurumlarının özellikle temenni ettiği reformlar üzerinde çalışmıştır. Avrupa şimdi kendi sözüne sadık kalmayı bildiğini göstermek durumundadır.
KÜÇÜK ADIMLA BAŞLAR Türkiye'nin Avrupa'ya girişinin uzun süreçten sonra gerçekleşebileceğini savunanlara cevabım bunun gerçek olduğu ve Türk hükümetinin de bunun bilincinde olduğudur. Çözülmesi gereken çok sayıda düğüm, hatta dikenli düğümler var: herşeyden önce 30 yıldır sürüklenen (elbette sorumluluk tamamiyle Türkiyenin değil) Kıbrıs sorunu. Ama bir Çin atasözünde denildiği gibi, en uzun yürüyüş bile küçük bir adımla başlar. Avrupa'ya doğru uzun yürüyüşünde Türkiye çok sayıda ve anlamlı adımlar attı. Şimdi artık yanlış anlamalara imkan vermeyecek biçimde bunu resmen tanımanın vakti geldi.
(Yayıma hazırlayan: Yasemin TAŞKIN/ROMA)
|
|
|
|
|
|
|
|
|