"Sabrımız taşıyor"
Ankara'da hava tatsız. "Sabrımız..." diye başlıyor karar verici mekanizmaların yanı başında görev yapan üst düzey bir yetkili, ve kelimeleri dikkatle seçerek devam ediyor "Sabrımızı zorluyorlar." Ankara zaten 17 Aralık'tan bu yana Avrupa Birliği konusunda artan bir "bezginlik" ve "heyecansızlık" içindeydi. Ancak son haftalarda (ve son günlerde) Brüksel'de çerçeve belgesi üzerine devam eden pazarlıkların gidişatı, bezginlik ötesinde ciddi bir "karamsarlık" yarattı. Daha net söylemek gerekirse, 3 Ekim çantada keklik değil. Bir yandan Kıbrıs Rum kesimi, diğer yandan Avusturya ve Avrupa Parlamentosu'ndaki Türkiye karşıtları, havayı bulandırmaya devam ediyor. Ve Türkiye açısından "masadan kalkma" seçeneği, geçen hafta ya da geçen ay olduğundan çok daha ciddi bir olasılık haline geldi.
Hoş değil ama... Nedir sorun? AB'nin haftalar süren tartışmalar sonrası üzerinde anlaştığı "karşı deklarasyon" Ankara için sevimli bir doküman değildi. Ancak hükümet, derin bir nefes aldıktan sonra "Hoş değil ama bununla yaşayabiliriz" deme noktasına geldi. Ancak ondan sonraki günlerde ortaya çıkan çerçeve belgesi, Avusturya ve Kıbrıslı Rumların da gayretleriyle Türkiye için "kabul edilemez" unsurlar içeriyor. Bunlar, Avusturyalıların ısrarıyla konmaya çalışılan "imtiyazlık ortaklık" seçeneği ve Rum kesiminin bastırmasıyla Türkiye'nin NATO, OECD ve benzeri anlaşmalarda Rum kesimine yönelik vetosunu kaldırması yolundaki çağrı.
Başlamamak daha kötü Çerçeve belgesi henüz nihai halini almış değil. Muhtemelen bugünkü COREPER toplantısında da uzlaşma sağlanamayacak ve işler 2 Ekim'i 3 Ekim'e bağlayan gece hallolacak. Tabii hallolacağı varsa... Çünkü yakın zamana kadar "Ne pahasına olursa olsun müzakerelerin başlaması, başlamamasından daha iyidir" havasında olan Ankara, artık müzakereleri başlatmak ve orta vadede sürdürülmesi konusunda "alternatif stratejileri" de gözden geçirmeye başladı. İlk defa pazartesi günkü Bakanlar Kurulu toplantısında bazı bakanlar "masadan kalkmalı mı?" sorusunu gündeme getirdi. Hükümet, müzakerelerin başlamamasının faturasının "ağır" olacağı, 4 Ekim'den itibaren Türkiye'nin ekonomik ve siyasi açıdan istikrarsızlık girdabına girebileceğinin farkında. Tabii bu istenen bir şey değil. Ancak yine de "Ne pahasına olursa olsun" anlayışı yok.
Ağır koşullar gelirse Hiçbir koşulda kabul edilemeyecek, imzalanmayacak talepler var Brüksel'de seslendirilenler arasında. İmtiyazlı ortaklık ve Kıbrıs Rum kesiminin (şu ya da bu kisve altında) tanınması gibi. Ankara bunları yapmayacak. Ne bugün ne yarın. Mevcut çerçeve belgesi taslağı, müzakereleri uzun vadede "sürdürülebilir" olmaktan çıkarıyor; ama daha da ağır koşullar gelirse, müzakerelerin "başlaması" bile imkansız olacaktır. Bunu Ankara da AB başkentleri de biliyor. O zaman farklı bir niyet mi var ortada?
|